feslefik depreşim

28 Ekim 2013 Pazartesi

Haz


Hayatımıza sessizce yön verenler bastırılmış duygular ve elde tutulmaya çalışılan hazlardır. Freud'a göre de akıl sağlığı yerinde olan her insan zevk peşinde koşar...
İnsan olgunluğa ermeye başladığında hazlarını aşmaya başlar. Yaşamamaya değil aşmaya başlar. Hazları peşinde koşan adam, hazlarından fazlasına dönüşür. Ruh iki arada bir yerde sıkışmıştır. Ruhun özü inanmak istediğimiz üzere bedenle ilişkili değildir. Oysa haz tamamen bedenin ihtiyaçlarından kaynaklanır. Problem olan yaşanan ya da yaşanamayan hazların psikolojik bir takıntı haline dönüşmesidir. Yani bedenin ihtiyaçları ruh üzerine kötü tesir ettiğinde, hiçbir zaman kazanılmayacak bir savaş başlar. Bedenin ihtiyaçları fiziksel boyuttan çıkmışsa elde etme hâli bile bedeni doyuma ulaştırmaz. Bilinçaltı gizli bir hedef üzerine çok ince planlar yapar. İnsanın kendisine bile itiraf edemeyeceği planlar. Hazza yönelik imkansızı arayan sonsuz hazzı arayan bir plan. Oysa bu dünyada insanı gerçekten tatmin edecek hiçbir şey yoktur. Bu yüzden insanlara 'kutsal' öğretiler öğretiliyor. Hiçbir şey insanı tatmin edemez bu dünyada... Hiçbir şeyi kalmadığında o yokluk ve hiçlik içinde tüme varan nadir insanlar gerçek tatmine ulaşırlar. Hiç'in tatmini... Hiçbir şey olmanın verdiği bütünlük....
Sen, her şeyini kaybettiğinde seninle kalansın. O zaman sen kimsin?

23 Ekim 2013 Çarşamba

aşkalamaca


Ben aşkın tam ortasındayım fakat aşk benim içimde. O zaman her tarafımız aşkla kaplanmış olmalı. O yüzden bu kadar sonsuzluktan bahsediyoruz. Yoksa aşkım nasıl sınırları olabilir ki? Aşkı nasıl biriyle yada bir şeyle sınırlayabilirsiniz ki?! Aşkı nasıl zamanla sınırlayabilirsiniz ki!? Yada mekanla?! O yüzden aşkta sınırlamalar ve yasaklar olmamalıdır. Onda kesin bir odak yoktur. Aşk sonsuzluğu kapsar ya da tam tersi. Bu yüzden insan aşk olarak tarif ettiği günümüz ilişkilerinde aslında bir psikolojik rahatsızlık içindedir, çünkü hem kendisini hem partnerini sınırlar. Yaratıcılığını ve olmak istediği insanı baskılar çoğu zaman. Ve aşk kavramı ile ikna olup ikna eder. Bu toplumsal bir salgındır. Gerçek aşk o çiçekli ağacı budamaz, o sabah rüzgarını sınırlamaz, o olan şeyin olmasına izin verir ve olması gerektiği gibi olurken ona yaşayarak ve aşkla eşlik eder. Gerçek aşkta ben kaybolur ve korku burada başlar aslında. Yok olma korkusu... Aşk sonsuz ve sınırsız olandır. Aksine yönelik her tavır ve bilinçsizlik durumu aşkı aşk olmaktan alıkoyar. Başka bi'şey olur ama o kadar geniş kavramsal hazinemiz ve kelimelerimiz olmadığından ona da 'aşk' deriz... Toplumsal hastalık gerçek aşkla tedavi olabilir ancak.! Gerçekleşmesi içinse formül henüz icat edilmedi...


Aşkın bir odağı olmasa da herkesin kaynağa açılan farklı bir kapısı vardır adına aşk dediği. Kimisi için bir sevgilidir bu. Özel bir insan aracılığı ile bütünle daha yoğun bir bağ içine girer ve bu bağı daim kılmaya çalışır. Bu İnternet'e sürekli aynı modemle bağlanmaya çalışmak gibidir. Yanlış değildir. İşe yarar ne de olsa tüme varıma bir yerden başlamak gerekiyor... 

Soru Sormak


Soru sorarak yaşamak farkındalığı arttırır geliştirir. Soru sorarak yaşama pratiği alışkanlığa dönüşeceği için bütün hayatınızı derinden etkileyecek olumlu bir araç olabilir. Aksine soru sormadan yaşama pratiği geliştirmiş insanlar ise bunu hayatlarının her alanında bu şekilde yaparlar. Duygusal ilişkilerinde , hayat felsefelerinde, siyasi görüşlerinde vs...  

  Bu yüzden sistem hiçbir zaman soru soran bireyler yetiştirmez. Okullarda soruları daima öğretmenler sorar ve öyle sorulardır ki bunlar çoğunlukla çocukları soru kavramının kendisinden soğuturlar. Sistem öğrencinin soru sorması üzerine değildir. Sorulması istenen şeylerde çoğunlukla işe yaramaz bilgilerle ilişkili olduğundan, erken yaşlarda soru sormayı bırakırız. Sistem bizi fazla sorup sorgulamadan okulları aracılığı ile çarkın içine katmaya hazır hale getirmiş şekilde mezun eder. Soruya yer yoktur. Hele de cevaplanmış soruların doğruluğunu sorgulamaya asla yer yoktur sistemde. Köleliğe benzer bir kabul ile önümüze sunulan hayatları yaşarız. Sistemin sunduğu üç kuruş işte çalışır, sistemin istediği kadınla evlenir sistemin istediği kadar çocuk yapıp kendimizi güvende hissederiz. Çünkü bu haliyle sistem için tehlike arzetmemiş oluruz. Sistemin sevgili kulu olarak Yaşar gideriz.  

  Sözde demokrasi ile başa geçmiş krallarımız kanımızı emsede, biz alıştırılırız sömürülmeye henüz küçük yaşlarda... Ses etmeyiz! Aman keyfimiz kaçmasın Ali rıza bey!!!
Çarkın içinde mutlu köleler olarak yaşar mutsuz yaratıklara dönüşerek ölürüz... 

  Mutlu olacağımız şeyleri bile onlar belirlerler. Seni neyin mutlu edeceği bir ömür hangi ev ve araba için çalışacağın sana empoze edilmiştir. Tüm hayat kendin dışında herşey için savaşarak geçip gider. Allah rahmet eylesin! 

15 Ekim 2013 Salı

ölü denemeler 1,5

Adam ölmek istemiyor. Kim ister ki ?
Hazır değilim diyor ölüme biraz daha gülmeye vaktimiz olmalı. 
Biraz daha sevmeye ama daha şiddetli öncekilerden.. 
Hazır değilim diyor yüreği korkuyla ürperiyor. Yok olmaya hazır değilim!
İstediğim gibi var olamadım ki diye iç geçiriyor...
Var olmayı anlayamadan yok olmaya hazır değilim. Göz bebekleri titriyor.
Birkaç kitap daha okumalıyım ve öpüşmeliyim.. 
Yaşamın içinde erimeden toprağın içinde çözülmeye hazır değilim diyor. 
Göz kapaklarıyla ağır bir tabut kaldırırcasına kederli adamın bakışları. 
Ölümle arasında bu köprü yeni değil oysa.
Doğduğumuz anda ölümle aramıza bir köprü kurulur.
Acil durum anında bedenden  çıkılacak tek yönlü bir yol. 
 
                                         Bilmiyor ki kimse ama herkes korkuyor!  

14 Ekim 2013 Pazartesi

ölü denemeler


Ölüm yokmuş gibi yapıyor insan. Her gün para ibadethanesinde tapınıp ölmeyecekmiş gibi yatağına geri dönüyor. Cepleri doldurmak için yaşamdan vazgeçiyor insan. Ruhu yara bere ama iyi zannediyor her şeyi. Ne de olsa yaşamak için bir umudu olmalı insanın ve ölmediği her günün sonunda bir umut doğuyor. Ölene dek her gün yaşıyor insan. Ama öyle ama şöyle yaşıyor işte! Kendisinden vazgeçerek ve hayaller içinde.. Ölüyor dört duvar... Ölüyor bir tabut... Ölüyor toprak kokusu... Ölüyor üzerinde çimler otlar bitiyor... Ölüyor insan aslında istediği gibi yaşamadığında. 


 Tarih zamansız bir takvim yaprağında asılı kalmış. Kireç kokan eski bir ev ve yaylı yataklar köşelerde. Nefesi yaşatıyor insanı ve birazda hevesi var olmanın.. Jelatin ambalajlar, pahalı arabalar, deri ayakkabı, şık kartonpiyer diyarında gülümseyen nedir? Ölüyor aslında insan ihtiyacından fazlasını ihtiyacı bildiğinde. Parlak otel ışıkları ve rengarenk caddeler.. Genç kahkahalar yerli yersiz, mazot kokusu uzaktan, öpüşen sevgililer... Taşıyor şehir hayat ile... İnsan öldükçe eksilen birşey olmuyor hatıralardan başka. Ve kalbimizdeki ona ayrılmış uçak bileti... Uzak bir yolculuğa yollanmış gibi Ve heran çıkıp gelecekmiş gibi canlılığın içinden. Capcanlı... Araba farları, sevgili dudağı geceye yarım var... Ölür gibi doğmalı... İnsan biraz eksik kalarak çoğalmalı... 

1 Ekim 2013 Salı

sezi notlarım

...
Korkuyu yenmek, bilinmeyenden korkmamak da gerekir. Yine de bu bir bilgenin de dediği gibi; senin tek başına keşfetmen gereken bir dengelilik halidir...

...
İnsan hayatını drama kendi çevirir. Fakat yaptıklarından çok düşünce kalıplarıyla. Her durumda olumluyu aramayı ve düşünmeyi öğrenmeliyiz...

...
Biz doğadan uzak, saksıda yetişen çiçekler gibiyiz. Kökümüz hiçbir zaman derinlere ulaşmaz. Doğanın içinde biz köklenmiş bir hayat olarak varız. Gelişirken tahrip ettiğimiz doğa bu açıdan dengeyi sağlamak için insana dersini elbet bir gün verecektir.

Doğal ortamda olan hayvanlar var oluşun keyfini insanlardan daha çok çıkarıyorlar. İnsan gitgide bir virüs özelliği gösteriyor. Kendi doğasından çıkıp, kendi doğasını ve diğer bütün canlıların doğal yaşam alanlarını istila ederek tahrip ediyor. Bunu vücudumuzda yaparak hastalığa sebep olan virüsler aynı özellikteler. O halde kendisini çok önemli ve bilgili zanneden insan son derece hastalıklı bir davranış hali içindedir. Bu tahribin sebebi her ne olursa olsun, sonucu aynı olacaktır. Yoksa insan doğallığı deneyimlemeye çalışan akıllı bir virüs mü? Ya da doğallığın içinden çıkan ve kendisini unutan akıllı bir aptal!

...
Bir sınır kapısı geçiyorsun ne çok şey değişiyor bir de beynimizdeki sınırları aşsak kim bilir neler değişecek!!

...
İnsanlık onuru kaybolduğunda kazanılacak bir şey yoktur...