İşte buna tıktık..
http://www.dailymotion.com/video/xo9xjc_sonsuzluk-baylamyy-durumda_shortfilms
16 Kasım 2013 Cumartesi
7 Kasım 2013 Perşembe
Kızlı erkekli
Vay benim ülkem!
Bak şimdi de evde olana bitene karışmaya başladı muhterem! Kaç çocuk yapacağımızı söyledi, kürtaja karıştı, kimin kızı kiminle nerede öpüşebilir onu da söyledi ama sorsanız kimsenin yaşam tarzına karışmıyor.
Allah'tan hayat tarzımıza karışmıyor bu şizofrenler!! Bir de karışsalar ne yapardık değil mi?
Herkesi kendi seçmenleri gibi makarna beyinli sanmıyorlar mı ayar oluyorum! Kendinde olmayan bir şeyi görmeye ve duymaya da tahamülleri yok. Zeka gibi...
Eleştirmek zaten yasak... Makarnacılar saldırıyorlar. Söylem tarzları küfre yakın ya da küfür. İfadeleri kayıp, adaletleri kayıp, vicdanları kayıp, bedenleri burada ama ruhları kayıp...
Dindarların bu zulümleri dindarız diye diye yapmaları ne kadar ironik... Ruhları çürümüş bu adamların hangi beden dışı duyularla bir alışverişi olabilir ki! Bunlar bedenleri içinde mutsuzken nasıl olur da beden dışında bir şeyler bulduklarını iddia ediyorlar...
Bak şimdi de evde olana bitene karışmaya başladı muhterem! Kaç çocuk yapacağımızı söyledi, kürtaja karıştı, kimin kızı kiminle nerede öpüşebilir onu da söyledi ama sorsanız kimsenin yaşam tarzına karışmıyor.
Allah'tan hayat tarzımıza karışmıyor bu şizofrenler!! Bir de karışsalar ne yapardık değil mi?
Herkesi kendi seçmenleri gibi makarna beyinli sanmıyorlar mı ayar oluyorum! Kendinde olmayan bir şeyi görmeye ve duymaya da tahamülleri yok. Zeka gibi...
Eleştirmek zaten yasak... Makarnacılar saldırıyorlar. Söylem tarzları küfre yakın ya da küfür. İfadeleri kayıp, adaletleri kayıp, vicdanları kayıp, bedenleri burada ama ruhları kayıp...
Dindarların bu zulümleri dindarız diye diye yapmaları ne kadar ironik... Ruhları çürümüş bu adamların hangi beden dışı duyularla bir alışverişi olabilir ki! Bunlar bedenleri içinde mutsuzken nasıl olur da beden dışında bir şeyler bulduklarını iddia ediyorlar...
3 Kasım 2013 Pazar
Kavramsallık ve İlkel Adam
İnsanlık olarak önce kavramları ortaya çıkardık.
Yüzyıllardır, bu kavramları tanımlayıp, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Onlar için tartışıp, kavga edip, savaşlar çıkartıp insanlar katlediyoruz.
Ne kadar ilkel değil mi!
Bir fikir ve kavram adına bir cana kıymak ne kadar ilkel!
Yüzyıllardır, bu kavramları tanımlayıp, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Onlar için tartışıp, kavga edip, savaşlar çıkartıp insanlar katlediyoruz.
Ne kadar ilkel değil mi!
Bir fikir ve kavram adına bir cana kıymak ne kadar ilkel!
Hala sözde gelişmiş bilincin işkenceci ilkelliği altında yaşamaktayız! Medeniyet dayatması tamamen bir palavradır.
Freud bu konuda şöyle diyor; " Özgürlük, insanlara medeniyetin bir armağanı değildir. Hiç medeniyet yokken insanoğlu daha özgürdü..".
Freud bu konuda şöyle diyor; " Özgürlük, insanlara medeniyetin bir armağanı değildir. Hiç medeniyet yokken insanoğlu daha özgürdü..".
Katılmamak elde mi !?
Hala o kadar ilkeliz ki, saçma sapan kavramsallıklar üzerinden birbirimizin yaşam tarzlarını yargılayıp, sanki mutlak doğruya sahipmiş gibi başka yaşam tarzlarına müdahale ediyoruz. Oysa sorsanız pek medeni, pek bilgili kişileriz...
Hala o kadar ilkeliz ki, saçma sapan kavramsallıklar üzerinden birbirimizin yaşam tarzlarını yargılayıp, sanki mutlak doğruya sahipmiş gibi başka yaşam tarzlarına müdahale ediyoruz. Oysa sorsanız pek medeni, pek bilgili kişileriz...
Yine de şanslıyız ki, zaman zaman aklı başında adamlar gelmiş dünyaya ve bir şeyler anlatmaya çalışmışlar insanlara. Haktan, hukuktan, vicdandan ve insanlıktan öğütler vermişler. Oysa biz insanlar, o kadar ilkel ve o kadar şeytanız ki, dünyadaki en büyük haksızlıkları yapanlarımız, insan hakları örgütlerini kuranlarımızdır...Bizim her şeyimiz sadece sahnede var. Edepli, adaletli ve efendiliğimiz sadece sahne için... Öyle ki Schiller bu konuda şöyle diyor; " Dünyayı haksızlık yönetiyor; adalet sadece sahnede var."...
İnsanlığın kapkara savaş geçmişi var! İnsanlık vicdanının sızladığı, insanlık onurunun ayaklar altına alındığı, içler acısı zamanlar. O kadar ki, insan insanlığından utanıyor...
Bizler, hem aptal, uyuşuk zihinler, hem yönlendirilmiş koyun kıtalarız. Bizler korkakların önde gidenleri, kendimizi beğenmiş egocuklarız! Uyanmamız için savaşlar mı gerekiyor? Uyanmamız için doğal afetler mi gerekiyor? Uyanmamız için büyük felaketler mi gerekiyor?
İnsanlığın kapkara savaş geçmişi var! İnsanlık vicdanının sızladığı, insanlık onurunun ayaklar altına alındığı, içler acısı zamanlar. O kadar ki, insan insanlığından utanıyor...
Bizler, hem aptal, uyuşuk zihinler, hem yönlendirilmiş koyun kıtalarız. Bizler korkakların önde gidenleri, kendimizi beğenmiş egocuklarız! Uyanmamız için savaşlar mı gerekiyor? Uyanmamız için doğal afetler mi gerekiyor? Uyanmamız için büyük felaketler mi gerekiyor?
O kadar korkağız ki, yenilikten, hak arayışından, ölmekten, öldürülmekten, insan gibi yaşamak için sesimizi çıkarmaktan korkuyoruz. İlkel sindirilmiş hesaplamalar yapabilen bir beyne sahip organizmalarız.
---
Eyleme geçmiyorsanız, doğruyu bilmenin hiçbir anlamı yoktur!
Uygulamıyorsanız, bilgi size sadece bir yüktür. Eyleme geçmiyorsa bilenle bilmeyen arasında hiçbir fark yoktur...
Uygulamıyorsanız, bilgi size sadece bir yüktür. Eyleme geçmiyorsa bilenle bilmeyen arasında hiçbir fark yoktur...
Öyle ilkeliz ki...
Etiketler:
deneme,
deneme yamulma,
felsefe,
ilkel adam,
ilkelli,
kavram,
kavramsallık
2 Kasım 2013 Cumartesi
Motivasyon Seçmeleri
Çaresizlik öğrenilmiştir.
Başarılı olmak da öğrenilebilir.
Sende sandığından fazlası var!
Gelebileceğin en iyi yerde değilsin.
Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır.
Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur.
Rüzgarı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı
öğren!
Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık.
Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var.
Her şey seninle başlar!
Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın.
Hayatta ya tozu dumana katarsın, Ya da tozu
dumanı yutarsın. Seçim senin!
-mümin sekman -
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar / İnsan hayal ettiği müddetçe
yaşar. ( Yahya Kemal Beyatlı)
"Mantıklı insan kendini dünyaya uydurur;
Mantıksız insan ise dünyayı kendine uydurmaya çalışır!
Bu yüzden tüm ilerlemeler mantıksız insan sayesinde
gerçekleşir."
...George
Bernard Shaw
Başarı anayasasının değişmez, "değiştirilmesi
teklif dahi edilmez" olan birinci maddesi şöyledir: “ Sadece kolay olanı
yapmaya gönüllüyseniz, hayat gittikçe zorlaşır. Eğer zorlu yolu seçerseniz,
önce zorlaşıp, sonra kolaylaşır!” (Mümin Sekman)
"Her ne yapabiliyor ya da yapabileceğini hayal ediyorsan, yapmaya başla.
Cürette deha, güç ve sihir vardır."
Etiketler:
başarı,
motivasyon,
motivasyon seçmeleri,
motive eden sözler,
mümin sekman,
özlü sözler,
yahya kemal beyatlı
28 Ekim 2013 Pazartesi
Haz
Hayatımıza sessizce yön verenler bastırılmış duygular ve elde tutulmaya çalışılan hazlardır. Freud'a göre de akıl sağlığı yerinde olan her insan zevk peşinde koşar...
İnsan olgunluğa ermeye başladığında hazlarını aşmaya başlar. Yaşamamaya değil aşmaya başlar. Hazları peşinde koşan adam, hazlarından fazlasına dönüşür. Ruh iki arada bir yerde sıkışmıştır. Ruhun özü inanmak istediğimiz üzere bedenle ilişkili değildir. Oysa haz tamamen bedenin ihtiyaçlarından kaynaklanır. Problem olan yaşanan ya da yaşanamayan hazların psikolojik bir takıntı haline dönüşmesidir. Yani bedenin ihtiyaçları ruh üzerine kötü tesir ettiğinde, hiçbir zaman kazanılmayacak bir savaş başlar. Bedenin ihtiyaçları fiziksel boyuttan çıkmışsa elde etme hâli bile bedeni doyuma ulaştırmaz. Bilinçaltı gizli bir hedef üzerine çok ince planlar yapar. İnsanın kendisine bile itiraf edemeyeceği planlar. Hazza yönelik imkansızı arayan sonsuz hazzı arayan bir plan. Oysa bu dünyada insanı gerçekten tatmin edecek hiçbir şey yoktur. Bu yüzden insanlara 'kutsal' öğretiler öğretiliyor. Hiçbir şey insanı tatmin edemez bu dünyada... Hiçbir şeyi kalmadığında o yokluk ve hiçlik içinde tüme varan nadir insanlar gerçek tatmine ulaşırlar. Hiç'in tatmini... Hiçbir şey olmanın verdiği bütünlük....
Sen, her şeyini kaybettiğinde seninle kalansın.
O zaman sen kimsin?
Etiketler:
ben,
ben kimim,
benlik,
deneme,
deneme yamulma,
hayatımıza yön veren hazlar,
haz,
insan ve zevk,
sen,
sen kimsin,
zevk
23 Ekim 2013 Çarşamba
aşkalamaca
Ben aşkın tam ortasındayım fakat aşk benim içimde. O zaman her tarafımız aşkla kaplanmış olmalı. O yüzden bu kadar sonsuzluktan bahsediyoruz. Yoksa aşkım nasıl sınırları olabilir ki? Aşkı nasıl biriyle yada bir şeyle sınırlayabilirsiniz ki?! Aşkı nasıl zamanla sınırlayabilirsiniz ki!? Yada mekanla?! O yüzden aşkta sınırlamalar ve yasaklar olmamalıdır. Onda kesin bir odak yoktur. Aşk sonsuzluğu kapsar ya da tam tersi. Bu yüzden insan aşk olarak tarif ettiği günümüz ilişkilerinde aslında bir psikolojik rahatsızlık içindedir, çünkü hem kendisini hem partnerini sınırlar. Yaratıcılığını ve olmak istediği insanı baskılar çoğu zaman. Ve aşk kavramı ile ikna olup ikna eder. Bu toplumsal bir salgındır. Gerçek aşk o çiçekli ağacı budamaz, o sabah rüzgarını sınırlamaz, o olan şeyin olmasına izin verir ve olması gerektiği gibi olurken ona yaşayarak ve aşkla eşlik eder. Gerçek aşkta ben kaybolur ve korku burada başlar aslında. Yok olma korkusu... Aşk sonsuz ve sınırsız olandır. Aksine yönelik her tavır ve bilinçsizlik durumu aşkı aşk olmaktan alıkoyar. Başka bi'şey olur ama o kadar geniş kavramsal hazinemiz ve kelimelerimiz olmadığından ona da 'aşk' deriz... Toplumsal hastalık gerçek aşkla tedavi olabilir ancak.! Gerçekleşmesi içinse formül henüz icat edilmedi...
Aşkın bir odağı olmasa da herkesin kaynağa açılan farklı bir kapısı vardır adına aşk dediği. Kimisi için bir sevgilidir bu. Özel bir insan aracılığı ile bütünle daha yoğun bir bağ içine girer ve bu bağı daim kılmaya çalışır. Bu İnternet'e sürekli aynı modemle bağlanmaya çalışmak gibidir. Yanlış değildir. İşe yarar ne de olsa tüme varıma bir yerden başlamak gerekiyor...
Etiketler:
aşık,
aşk,
aşk felsefesi,
aşk üzerine,
aşkalamaca,
patolojik aşk
Soru Sormak
Soru sorarak yaşamak farkındalığı arttırır geliştirir. Soru sorarak yaşama pratiği alışkanlığa dönüşeceği için bütün hayatınızı derinden etkileyecek olumlu bir araç olabilir. Aksine soru sormadan yaşama pratiği geliştirmiş insanlar ise bunu hayatlarının her alanında bu şekilde yaparlar. Duygusal ilişkilerinde , hayat felsefelerinde, siyasi görüşlerinde vs...
Bu yüzden sistem hiçbir zaman soru soran bireyler yetiştirmez. Okullarda soruları daima öğretmenler sorar ve öyle sorulardır ki bunlar çoğunlukla çocukları soru kavramının kendisinden soğuturlar. Sistem öğrencinin soru sorması üzerine değildir. Sorulması istenen şeylerde çoğunlukla işe yaramaz bilgilerle ilişkili olduğundan, erken yaşlarda soru sormayı bırakırız. Sistem bizi fazla sorup sorgulamadan okulları aracılığı ile çarkın içine katmaya hazır hale getirmiş şekilde mezun eder. Soruya yer yoktur. Hele de cevaplanmış soruların doğruluğunu sorgulamaya asla yer yoktur sistemde. Köleliğe benzer bir kabul ile önümüze sunulan hayatları yaşarız. Sistemin sunduğu üç kuruş işte çalışır, sistemin istediği kadınla evlenir sistemin istediği kadar çocuk yapıp kendimizi güvende hissederiz. Çünkü bu haliyle sistem için tehlike arzetmemiş oluruz. Sistemin sevgili kulu olarak Yaşar gideriz.
Sözde demokrasi ile başa geçmiş krallarımız kanımızı emsede, biz alıştırılırız sömürülmeye henüz küçük yaşlarda... Ses etmeyiz! Aman keyfimiz kaçmasın Ali rıza bey!!!
Çarkın içinde mutlu köleler olarak yaşar mutsuz yaratıklara dönüşerek ölürüz...
Mutlu olacağımız şeyleri bile onlar belirlerler. Seni neyin mutlu edeceği bir ömür hangi ev ve araba için çalışacağın sana empoze edilmiştir. Tüm hayat kendin dışında herşey için savaşarak geçip gider. Allah rahmet eylesin!
Etiketler:
birey,
çark,
demokrasi,
güven,
mutlu olacağımız şeyler,
mutluluk,
okul,
soru sormak,
sorular
15 Ekim 2013 Salı
ölü denemeler 1,5
Adam ölmek istemiyor. Kim ister ki ?
Hazır değilim diyor ölüme biraz daha gülmeye vaktimiz olmalı.
Biraz daha sevmeye ama daha şiddetli öncekilerden..
Hazır değilim diyor yüreği korkuyla ürperiyor. Yok olmaya hazır değilim!
İstediğim gibi var olamadım ki diye iç geçiriyor...
Var olmayı anlayamadan yok olmaya hazır değilim. Göz bebekleri titriyor.
Birkaç kitap daha okumalıyım ve öpüşmeliyim..
Yaşamın içinde erimeden toprağın içinde çözülmeye hazır değilim diyor.
Göz kapaklarıyla ağır bir tabut kaldırırcasına kederli adamın bakışları.
Ölümle arasında bu köprü yeni değil oysa.
Doğduğumuz anda ölümle aramıza bir köprü kurulur.
Acil durum anında bedenden çıkılacak tek yönlü bir yol.
Bilmiyor ki kimse ama herkes korkuyor!
14 Ekim 2013 Pazartesi
ölü denemeler
Ölüm yokmuş gibi yapıyor insan. Her gün para ibadethanesinde tapınıp ölmeyecekmiş gibi yatağına geri dönüyor. Cepleri doldurmak için yaşamdan vazgeçiyor insan. Ruhu yara bere ama iyi zannediyor her şeyi. Ne de olsa yaşamak için bir umudu olmalı insanın ve ölmediği her günün sonunda bir umut doğuyor. Ölene dek her gün yaşıyor insan. Ama öyle ama şöyle yaşıyor işte! Kendisinden vazgeçerek ve hayaller içinde.. Ölüyor dört duvar... Ölüyor bir tabut... Ölüyor toprak kokusu... Ölüyor üzerinde çimler otlar bitiyor... Ölüyor insan aslında istediği gibi yaşamadığında.
Tarih zamansız bir takvim yaprağında asılı kalmış. Kireç kokan eski bir ev ve yaylı yataklar köşelerde. Nefesi yaşatıyor insanı ve birazda hevesi var olmanın.. Jelatin ambalajlar, pahalı arabalar, deri ayakkabı, şık kartonpiyer diyarında gülümseyen nedir? Ölüyor aslında insan ihtiyacından fazlasını ihtiyacı bildiğinde. Parlak otel ışıkları ve rengarenk caddeler.. Genç kahkahalar yerli yersiz, mazot kokusu uzaktan, öpüşen sevgililer... Taşıyor şehir hayat ile... İnsan öldükçe eksilen birşey olmuyor hatıralardan başka. Ve kalbimizdeki ona ayrılmış uçak bileti... Uzak bir yolculuğa yollanmış gibi Ve heran çıkıp gelecekmiş gibi canlılığın içinden. Capcanlı... Araba farları, sevgili dudağı geceye yarım var... Ölür gibi doğmalı... İnsan biraz eksik kalarak çoğalmalı...
1 Ekim 2013 Salı
sezi notlarım
...
Korkuyu yenmek, bilinmeyenden korkmamak da gerekir. Yine de bu bir bilgenin de dediği gibi; senin tek başına keşfetmen gereken bir dengelilik halidir...
...
İnsan hayatını drama kendi çevirir. Fakat yaptıklarından çok düşünce kalıplarıyla. Her durumda olumluyu aramayı ve düşünmeyi öğrenmeliyiz...
...
Biz doğadan uzak, saksıda yetişen çiçekler gibiyiz. Kökümüz hiçbir zaman derinlere ulaşmaz. Doğanın içinde biz köklenmiş bir hayat olarak varız. Gelişirken tahrip ettiğimiz doğa bu açıdan dengeyi sağlamak için insana dersini elbet bir gün verecektir.
Doğal ortamda olan hayvanlar var oluşun keyfini insanlardan daha çok çıkarıyorlar. İnsan gitgide bir virüs özelliği gösteriyor. Kendi doğasından çıkıp, kendi doğasını ve diğer bütün canlıların doğal yaşam alanlarını istila ederek tahrip ediyor. Bunu vücudumuzda yaparak hastalığa sebep olan virüsler aynı özellikteler. O halde kendisini çok önemli ve bilgili zanneden insan son derece hastalıklı bir davranış hali içindedir. Bu tahribin sebebi her ne olursa olsun, sonucu aynı olacaktır. Yoksa insan doğallığı deneyimlemeye çalışan akıllı bir virüs mü? Ya da doğallığın içinden çıkan ve kendisini unutan akıllı bir aptal!
...
Bir sınır kapısı geçiyorsun ne çok şey değişiyor bir de beynimizdeki sınırları aşsak kim bilir neler değişecek!!
...
İnsanlık onuru kaybolduğunda kazanılacak bir şey yoktur...
Korkuyu yenmek, bilinmeyenden korkmamak da gerekir. Yine de bu bir bilgenin de dediği gibi; senin tek başına keşfetmen gereken bir dengelilik halidir...
...
İnsan hayatını drama kendi çevirir. Fakat yaptıklarından çok düşünce kalıplarıyla. Her durumda olumluyu aramayı ve düşünmeyi öğrenmeliyiz...
...
Biz doğadan uzak, saksıda yetişen çiçekler gibiyiz. Kökümüz hiçbir zaman derinlere ulaşmaz. Doğanın içinde biz köklenmiş bir hayat olarak varız. Gelişirken tahrip ettiğimiz doğa bu açıdan dengeyi sağlamak için insana dersini elbet bir gün verecektir.
Doğal ortamda olan hayvanlar var oluşun keyfini insanlardan daha çok çıkarıyorlar. İnsan gitgide bir virüs özelliği gösteriyor. Kendi doğasından çıkıp, kendi doğasını ve diğer bütün canlıların doğal yaşam alanlarını istila ederek tahrip ediyor. Bunu vücudumuzda yaparak hastalığa sebep olan virüsler aynı özellikteler. O halde kendisini çok önemli ve bilgili zanneden insan son derece hastalıklı bir davranış hali içindedir. Bu tahribin sebebi her ne olursa olsun, sonucu aynı olacaktır. Yoksa insan doğallığı deneyimlemeye çalışan akıllı bir virüs mü? Ya da doğallığın içinden çıkan ve kendisini unutan akıllı bir aptal!
...
Bir sınır kapısı geçiyorsun ne çok şey değişiyor bir de beynimizdeki sınırları aşsak kim bilir neler değişecek!!
...
İnsanlık onuru kaybolduğunda kazanılacak bir şey yoktur...
Etiketler:
doğa,
doğa ve insan,
doğal yaşam,
dram,
hayat,
insan,
insanlık onuru,
korku,
korkuyu yenmek,
olumlu düşünce,
virüs
29 Eylül 2013 Pazar
Ben Kimdir?
Benim ben olduğuma ilk ne zaman karar verdim!
Nasıl yaptım? Kabul mü ettim yoksa büyük Ben'lerin davranışlarını mı kopyalayıp gerçeğim haline dönüştürdüm. Ya ben, aslında ben değilsem?
Ben mi bu bedene girdim yoksa beden mi üzerime konuşlandı? Ben bedenin oluşumuna sebep miyim? Yoksa beden mi benim oluşumuma sebep? İlk önce hangimiz vardık? Beden mi, ben mi? Aynı anda mı var olduk? O halde aynı anda mı yok olacağız?
Düşünen beden midir, yoksa ben mi? Ben beden dışı bir yaşam şekli miyim? Yani beden geçici mi? Geçici olan bir şey gerçek midir?
Ben düşünce miyim? Öyleyse düşüncelerim gerçekler mi? Onlar doğrular mı, doğrulukları ispat edilebilir mi? Ben düş müyüm yoksa düşten fazlası mıyım? Ben irade miyim yoksa irade sadece bedenime ve düşüncelerime hakim olma becerim mi?
Ben içeride miyim? Hücrelerim de benim ben olduğumun farkındalar mı? Yoksa onlar sadece kendilerince biyolojik birimler mi?
Hiçbir sabah kalktığında 'öznel' ben'i bedende bulamayıp aradın mı? Bunu sormak bile mantık dışı öyle değil mi? Çünkü 'öznel' ben'in hep orada olduğunu bilirsin şüphesiz.. Bu bilgi senin yaşamsal kabullerinden biri olmuştur...
Peki, ben sabit bir şey midir? Eğer sabit değilse ben gerçekten ben midir? Beş yıl önceki ben, bugünkü ben'e benzemiyor hiç! Onlar sadece an'da var olan farklı benler mi? O halde önceki benliğime ne oldu? Ben kaybolmuş hissetmeden nasıl yeni bir ben oldum? Bu hissi evrenin her yerine yayılmış yaşam olarak mı algılıyoruz?
Benim dışımda ben yoksa, ben ölmeye mahkumdur o zaman! Bu fikir tüm dinlerdeki beden dışı yaşamı yalanlamış olmuyor mu? Benden dışarıda bir ben varsa, ben ben değilim o zaman!? Ben tam bu kadar mıyım? Ne eksik, ne fazla? Eğer bu isem, sonsuza kadar tam bu kadar olmak son derece sıkıcı değil mi? Eğer tam bu değilsem, biraz eksik ya da biraz fazlaysam, o zaman benim bildiğim ben, ben değildir! O zaman ben yoktur ya da her yerde vardır.O halde dışarıda başka benler acı çektiğinde beni yuvamda kayıtsız tutan nedir? Ya da o dinciler bu durumda gerçekten dindar mıdırlar?
Ben öğrenilebilir mi? Ben bilinebilir mi? Farkında olduğumuzda aslında olan nedir? Farkında olan kimdir? Üzülen, ağlayan, gülen kimdir ya da nedir? Eğer hormonların etkisiyle davranış kodlarımı ben diye adlandırıyorsam, beden dışı ben yok demektir. Ya da varsa, burada şuanda bedenimin içindeymiş gibi duran kimdir? Konuşan, yazan, bilmeye çalışan, anlamlandırmaya çalışan kimdir? O, benim ötemde bir kaynak mıdır? Yoksa beden içindeki bilinmezliğimi anlamlandırmaya çalışmak ve bu çalışma esnasında hikayeler yazmak mıdır bu?
... ...
beni anlamlandırmaya dair.
Biz böyle sorular sormayı ne zaman bıraktık? Küçükken hani bir sürü sorular sorardık hayata ve dünyaya dair! Ne zaman bıraktık soru sormayı? Cevap verenler cevapları bilmediğinde mi? Yoksa cevapların bilinemeyeceğine kendimizi inandırdığımız da mı? 'Bu dünyada insanların bilemeyeceği şeyler var, duyularıyla algılayamayacağı şeyler var' diyen, yine kendince bir şeyler bilen bir adam değil miydi? İnsanın her şeyi bilip anlayamayacağı bilgisine nasıl ulaşmıştı peki? Bu bilginin kaynağı ve gerçekliği nedir? Yoksa soru sorulmasını istemediği için mi böyle söyledi? Bilinmez bilgisini ona kim verdi? O bu bilgiye nasıl ulaştı? Somut kanıt nedir? Sadece sezgisel mi? Peki ben o adama neden inandım? Bir adamın sezgileri benim gerçekliğim mi oldu? Niye kabul ettim? Herkes kabul ediyor diye mi? Cevapsız kabul edişte huzur olduğuna mı inandım? Güvenli liman mı? Soru sormayı neden bıraktım? Sormazsam başkalarının cevaplarında yaşamak zorunda kalırım! Aklıma güvenmezsem, aklımı aptal yerine koymalarına göz yummak zorunda kalırım. Özgürlüğümün sınırlarını onların ellerine bırakmış olurum! Kendilerince buldukları cevaplar gerçekten benim gerçekliğim midirler? Ya benim yaşam amacım ne olacak o zaman? Düşünmeyeceksem ve sorular sormayacaksam ölene dek, benim yaşamımdaki bütün mana nedir? Zaten bilinen gerçekleri kabul etmek için mi burdayım! Benim düşünmemi istemeyen neden bu kadar çok insan var? Düşünmemden neden bu kadar rahatsız oluyorlar? Onların çıkarlarına ters mi düşüyor? O halde benim düşünmememden nasıl bir çıkar sağlıyor olabilirler? Kimin burada bir tezgahı var? Ben bu resmin neresindeyim? Ben satranç tahtasındaki hangi taşım?
Sahi soru sormayı neden bıraktık?
Nasıl yaptım? Kabul mü ettim yoksa büyük Ben'lerin davranışlarını mı kopyalayıp gerçeğim haline dönüştürdüm. Ya ben, aslında ben değilsem?
Ben mi bu bedene girdim yoksa beden mi üzerime konuşlandı? Ben bedenin oluşumuna sebep miyim? Yoksa beden mi benim oluşumuma sebep? İlk önce hangimiz vardık? Beden mi, ben mi? Aynı anda mı var olduk? O halde aynı anda mı yok olacağız?
Düşünen beden midir, yoksa ben mi? Ben beden dışı bir yaşam şekli miyim? Yani beden geçici mi? Geçici olan bir şey gerçek midir?
Ben düşünce miyim? Öyleyse düşüncelerim gerçekler mi? Onlar doğrular mı, doğrulukları ispat edilebilir mi? Ben düş müyüm yoksa düşten fazlası mıyım? Ben irade miyim yoksa irade sadece bedenime ve düşüncelerime hakim olma becerim mi?
Ben içeride miyim? Hücrelerim de benim ben olduğumun farkındalar mı? Yoksa onlar sadece kendilerince biyolojik birimler mi?
Hiçbir sabah kalktığında 'öznel' ben'i bedende bulamayıp aradın mı? Bunu sormak bile mantık dışı öyle değil mi? Çünkü 'öznel' ben'in hep orada olduğunu bilirsin şüphesiz.. Bu bilgi senin yaşamsal kabullerinden biri olmuştur...
Peki, ben sabit bir şey midir? Eğer sabit değilse ben gerçekten ben midir? Beş yıl önceki ben, bugünkü ben'e benzemiyor hiç! Onlar sadece an'da var olan farklı benler mi? O halde önceki benliğime ne oldu? Ben kaybolmuş hissetmeden nasıl yeni bir ben oldum? Bu hissi evrenin her yerine yayılmış yaşam olarak mı algılıyoruz?
Benim dışımda ben yoksa, ben ölmeye mahkumdur o zaman! Bu fikir tüm dinlerdeki beden dışı yaşamı yalanlamış olmuyor mu? Benden dışarıda bir ben varsa, ben ben değilim o zaman!? Ben tam bu kadar mıyım? Ne eksik, ne fazla? Eğer bu isem, sonsuza kadar tam bu kadar olmak son derece sıkıcı değil mi? Eğer tam bu değilsem, biraz eksik ya da biraz fazlaysam, o zaman benim bildiğim ben, ben değildir! O zaman ben yoktur ya da her yerde vardır.O halde dışarıda başka benler acı çektiğinde beni yuvamda kayıtsız tutan nedir? Ya da o dinciler bu durumda gerçekten dindar mıdırlar?
Ben öğrenilebilir mi? Ben bilinebilir mi? Farkında olduğumuzda aslında olan nedir? Farkında olan kimdir? Üzülen, ağlayan, gülen kimdir ya da nedir? Eğer hormonların etkisiyle davranış kodlarımı ben diye adlandırıyorsam, beden dışı ben yok demektir. Ya da varsa, burada şuanda bedenimin içindeymiş gibi duran kimdir? Konuşan, yazan, bilmeye çalışan, anlamlandırmaya çalışan kimdir? O, benim ötemde bir kaynak mıdır? Yoksa beden içindeki bilinmezliğimi anlamlandırmaya çalışmak ve bu çalışma esnasında hikayeler yazmak mıdır bu?
... ...
beni anlamlandırmaya dair.
Biz böyle sorular sormayı ne zaman bıraktık? Küçükken hani bir sürü sorular sorardık hayata ve dünyaya dair! Ne zaman bıraktık soru sormayı? Cevap verenler cevapları bilmediğinde mi? Yoksa cevapların bilinemeyeceğine kendimizi inandırdığımız da mı? 'Bu dünyada insanların bilemeyeceği şeyler var, duyularıyla algılayamayacağı şeyler var' diyen, yine kendince bir şeyler bilen bir adam değil miydi? İnsanın her şeyi bilip anlayamayacağı bilgisine nasıl ulaşmıştı peki? Bu bilginin kaynağı ve gerçekliği nedir? Yoksa soru sorulmasını istemediği için mi böyle söyledi? Bilinmez bilgisini ona kim verdi? O bu bilgiye nasıl ulaştı? Somut kanıt nedir? Sadece sezgisel mi? Peki ben o adama neden inandım? Bir adamın sezgileri benim gerçekliğim mi oldu? Niye kabul ettim? Herkes kabul ediyor diye mi? Cevapsız kabul edişte huzur olduğuna mı inandım? Güvenli liman mı? Soru sormayı neden bıraktım? Sormazsam başkalarının cevaplarında yaşamak zorunda kalırım! Aklıma güvenmezsem, aklımı aptal yerine koymalarına göz yummak zorunda kalırım. Özgürlüğümün sınırlarını onların ellerine bırakmış olurum! Kendilerince buldukları cevaplar gerçekten benim gerçekliğim midirler? Ya benim yaşam amacım ne olacak o zaman? Düşünmeyeceksem ve sorular sormayacaksam ölene dek, benim yaşamımdaki bütün mana nedir? Zaten bilinen gerçekleri kabul etmek için mi burdayım! Benim düşünmemi istemeyen neden bu kadar çok insan var? Düşünmemden neden bu kadar rahatsız oluyorlar? Onların çıkarlarına ters mi düşüyor? O halde benim düşünmememden nasıl bir çıkar sağlıyor olabilirler? Kimin burada bir tezgahı var? Ben bu resmin neresindeyim? Ben satranç tahtasındaki hangi taşım?
Sahi soru sormayı neden bıraktık?
Etiketler:
anlamlandırmak,
ben,
benlik,
bilgi,
ego,
kavramlar,
monolog,
nesne ve ben,
sezgisel bilgi,
soru sormak,
sorular
28 Eylül 2013 Cumartesi
Zihin Evrimi
...
Dinlere daha geniş daha bilimsel yorumlar getirilmesi şarttır. Bin yıl önceki yorumlarla çağımız insanlığını kavramsal hapishanelere hapsetmek büyük bir zulüm olur.
Zihin tarihi ile bedenlerinin var oluş tarihi uyuşmayan insanlar, sabit olmayan var oluş evrimine direnmek maksadı ile zarar vermekteler. Bilgi çağı, çağı yakalama potansiyeli ile bilimsel bilgi perspektifinde değişmeyi gerektiriyor.
...
İnsan algısı ve bilincinde de aşılması gereken uçurumlar var. Bir taraftan bilinçaltı hayvansal hazlarını tatmine uğraşırken, diğer taraftan bilinç artık bedene sığamayıp beden dışı bilinçli deneyim özlemi çekiyor. Ruh, var oluş amacını bulmak için yanıp tutuşmakta...
...
Ve son olarak şunu söylemeliyim ki CESUR olun. Ütopik bir dünya için ihtiyacımız olan tek şey CESARET!
...
Dinlere daha geniş daha bilimsel yorumlar getirilmesi şarttır. Bin yıl önceki yorumlarla çağımız insanlığını kavramsal hapishanelere hapsetmek büyük bir zulüm olur.
Zihin tarihi ile bedenlerinin var oluş tarihi uyuşmayan insanlar, sabit olmayan var oluş evrimine direnmek maksadı ile zarar vermekteler. Bilgi çağı, çağı yakalama potansiyeli ile bilimsel bilgi perspektifinde değişmeyi gerektiriyor.
...
İnsan algısı ve bilincinde de aşılması gereken uçurumlar var. Bir taraftan bilinçaltı hayvansal hazlarını tatmine uğraşırken, diğer taraftan bilinç artık bedene sığamayıp beden dışı bilinçli deneyim özlemi çekiyor. Ruh, var oluş amacını bulmak için yanıp tutuşmakta...
...
Ve son olarak şunu söylemeliyim ki CESUR olun. Ütopik bir dünya için ihtiyacımız olan tek şey CESARET!
...
15 Eylül 2013 Pazar
Fikir
Niçin mi fikir değiştiriyorum ? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim, - Kölesi değil !
Cenap Şahabettin
Fikrini değiştiremeyenler, hiçbir şeyi değiştiremezler.
Bernard Shaw
Benim fikrim yanlış olabilir evet. Bu yüzden sürekli
okuyorum sorguluyorum karşı argümanları da okuyorum. Ve yanlış olduğumu
anladığımda yanlışım deyip fikrimi değiştirmekte en ufak bir tereddüt duymam.
Ama sen araştırmadığın, sorgulamadığın fikirlere iman ediyorsun. Fikrini değiştirme
ihtimalin bile yok. O kadar kaybolmuşsun ki fikirlerin seni özgürleştirmiyorlar. Aksine fikirlerine hapsoluyorsun. Onları sorgulamaya dahi açmıyorsun. Fikirlerin
seni özgürleştireceğine, onların gönüllü kölesi haline dönüşüyorsun.
Yazık, biraz risk al insan
onuruna yakışır bir şekilde yaşa. Babanın istediği gibi değil! Babanın
fikirlerini birebir almak zorunda değilsin. Zaten öyle olsa seni sen yapan ne kalır ki! Seni 'birey' yapan kendi özgür iraden, analiz yeteneğin, araştırman,
sorgulaman ve sonucunda içselleştirdiklerindir. Baban yanılmış olabilir! Bir
düşün. Babanın fikirlerinden ileriye gidemiyorsan, hiç yaşamamış sayılırsın!
Etiketler:
cenap şahabettin,
değişen fikirler,
fikir,
fikir değiştirmek,
fikirler,
yaşamak
24 Ağustos 2013 Cumartesi
Aptallık ve Mutluluk
İnsan elbette aptallık içinde de mutlu ve mesut yaşayabilir. Öcelikle bunun için kendisi gibi aptallara ihtiyacı var!!
Aptallarla akıllıların bir arada yaşadığı topluluklarda akıllılar yoğun bir acı çekiyorlar...
Evet, elbette aptallıklarıyla mutlu olabilirler.
Fakat ne kadar derin olursan, sularında o kadar çok canlı türü yaşar. Derinleştikçe var oluş hacmin artar. Bu bir anlam arayışı yolculuğudur. Kaptanın sadece kendin olduğu ve dümenin tamamen ellerinde olduğu bir yocluluk... Bulduğun cevaplar her ne olursa olsunlar, aptallar gibi başkalarının sığ düşüncelerini kendi düşüncenmiş gibi sahiplenmemiş olursun.. Kendin olursun...
Zaten olay sadece arayıştır. İnsanı derinleştiren arayıştır. Öyle ki, bulan zaten olmadı.
Aptallarla akıllıların bir arada yaşadığı topluluklarda akıllılar yoğun bir acı çekiyorlar...
Evet, elbette aptallıklarıyla mutlu olabilirler.
Fakat ne kadar derin olursan, sularında o kadar çok canlı türü yaşar. Derinleştikçe var oluş hacmin artar. Bu bir anlam arayışı yolculuğudur. Kaptanın sadece kendin olduğu ve dümenin tamamen ellerinde olduğu bir yocluluk... Bulduğun cevaplar her ne olursa olsunlar, aptallar gibi başkalarının sığ düşüncelerini kendi düşüncenmiş gibi sahiplenmemiş olursun.. Kendin olursun...
Zaten olay sadece arayıştır. İnsanı derinleştiren arayıştır. Öyle ki, bulan zaten olmadı.
2 Mart 2013 Cumartesi
Zamanın Yalnızlığı
...
zamanın kanatları var ve uçtu gitti
yalnız kaldım filozoflar kentinde
bi'kaç şarkı yazdım ve uçtu gitti
nakaratlar yaşadım kendi kendime
...
zamanın kanatları var ve uçtu gitti
yalnız kaldım filozoflar kentinde
bi'kaç şarkı yazdım ve uçtu gitti
nakaratlar yaşadım kendi kendime
...
Etiketler:
filozof,
filozoflar kenti,
kent filozofları,
şiir,
zaman,
zamanın yalnızlığı
24 Şubat 2013 Pazar
Susmak ve problem çözümü
Dinledim uzun yıllar boyu.
Ve sonra seçerek konuştum, bazı sözcüklerden vazgeçerek.
Bazen doğrudan söyledim, bazen imalı, bazen nameli ve bazen kafiyeli...
Konuştuklarıma kendimde inanmaya başladım sonra. Okuduklarıma, gördüklerime ve duyduklarıma...
Realiteyi algılama biçimim ve kapasitem doğrultusunda seçicilik uyguladım.
Bazen farkında oldum, bazen farkında olmadan söyledim, yazdım, inandım...
Sonra susmak gerekir işte. Bir sonraki adım susmaktır. Zihin önce cisimleri isimlendirdiği kelimeleri, sonra duyguları isimlendirdiği kelimeleri, daha sonrada tüm bu kelimelerin daracık sınırları içinde cümleler kurup, ifade etmeyli öğrenir. Zihin evrimi, önce konuşmayı öğrenmek, sonra susmayı öğrenmek üzerinedir. Çünkü sustuğunda, kelimelerle konuşabileceğinden çok daha derin bir dil devreye girer. Kelimelerin karşılayamayacağı çok derin bir mana derinliği ortaya çıkar.
Mevlana diyor ki: " SUSMAK; mana eksikliğinden değil, belki mananın derinliğindendir..."
Bazen sözcükler problem çözmek yerine yalnızca problem yaratırlar. Çünkü ifade, hassas bir terazidir. Ve söylenmek istenen şey, sadece dinleyenin anlayabildiği kadardır. Bazen tam bir anlaşılma durumunda bile problem çözülmüş olmayabilir. Dil sadece bir araçtır. Ve benliğimizin arkasında, dilin etkisinde, dilin kavramsallaştırdıklarının ötesinde bir bütünlük hali vardır. Bunu sevgi titreşiminde hissedip, içselleştirebildiğimiz an ŞİMDİ'ye bir huzur hakim olur. Uzaydaki simsiyah boşluğun, hareketsiz ve sonsuz huzru gibi... Sadece var olmanın kendi başına yetebildiği bir huzur hali. Bu insanın düşündükleriyle özdeşleşme rüyasından uyanmasıyla meydana gelebilecek bir durumdur...
Ve sonra seçerek konuştum, bazı sözcüklerden vazgeçerek.
Bazen doğrudan söyledim, bazen imalı, bazen nameli ve bazen kafiyeli...
Konuştuklarıma kendimde inanmaya başladım sonra. Okuduklarıma, gördüklerime ve duyduklarıma...
Realiteyi algılama biçimim ve kapasitem doğrultusunda seçicilik uyguladım.
Bazen farkında oldum, bazen farkında olmadan söyledim, yazdım, inandım...
Sonra susmak gerekir işte. Bir sonraki adım susmaktır. Zihin önce cisimleri isimlendirdiği kelimeleri, sonra duyguları isimlendirdiği kelimeleri, daha sonrada tüm bu kelimelerin daracık sınırları içinde cümleler kurup, ifade etmeyli öğrenir. Zihin evrimi, önce konuşmayı öğrenmek, sonra susmayı öğrenmek üzerinedir. Çünkü sustuğunda, kelimelerle konuşabileceğinden çok daha derin bir dil devreye girer. Kelimelerin karşılayamayacağı çok derin bir mana derinliği ortaya çıkar.
Mevlana diyor ki: " SUSMAK; mana eksikliğinden değil, belki mananın derinliğindendir..."
Bazen sözcükler problem çözmek yerine yalnızca problem yaratırlar. Çünkü ifade, hassas bir terazidir. Ve söylenmek istenen şey, sadece dinleyenin anlayabildiği kadardır. Bazen tam bir anlaşılma durumunda bile problem çözülmüş olmayabilir. Dil sadece bir araçtır. Ve benliğimizin arkasında, dilin etkisinde, dilin kavramsallaştırdıklarının ötesinde bir bütünlük hali vardır. Bunu sevgi titreşiminde hissedip, içselleştirebildiğimiz an ŞİMDİ'ye bir huzur hakim olur. Uzaydaki simsiyah boşluğun, hareketsiz ve sonsuz huzru gibi... Sadece var olmanın kendi başına yetebildiği bir huzur hali. Bu insanın düşündükleriyle özdeşleşme rüyasından uyanmasıyla meydana gelebilecek bir durumdur...
9 Şubat 2013 Cumartesi
Mutsuzluk
" Mutsuzluğun esas sebebi asla karşılaştığınız durum değildir, durum hakkındaki düşüncelerinizdir."
Eckhart Tolle
Eckhart Tolle
Etiketler:
durum,
eckhart tolle,
mutsuzluğun sebebi,
mutsuzluğun sebebi nedir,
mutsuzluk,
mutsuzluk nedir
Sırat Köprüsü
"İnsanoğlu her gün sırat köprüsünden geçer."
Prof. Yaşar Nuri Öztürk
Prof. Yaşar Nuri Öztürk
Etiketler:
bilge sözler,
özlü sözler,
prof. yaşar nuri öztürk,
sırat köprüsü,
yaşar nuri öztürk
4 Şubat 2013 Pazartesi
İnsan
"Vermenin mutluluğunu yaşamadan insan olamazsınız."
Prof. Yaşar Nuri Öztürk
Prof. Yaşar Nuri Öztürk
Etiketler:
bilge sözler,
insan,
insan olmak,
öğüt,
prof. yaşar nuri öztürk,
söz,
yaşar nuri öztürk
Kapı
"Hiç aklından çıkarma genç adam; öğretmenler kapıyı açar, içeriye kendin girersin..."
Chen Hai Yang
Chen Hai Yang
12 Ocak 2013 Cumartesi
Güneş Delisi
Akan suyu severim ben
Işıldayan karı severim
Bir yeşil yaprak
Bir telli böcek
Yeşeren tohum
Güneşte görsem
Sevinç doldurur içime
Bir günü
Güzel bir günü
Hiçbir şeye değişmem
Onun için savaşı sevmem
Onun için zulümü sevmem
Onun için yalanı sevmem
Bilirim yaşamaz güneşte
Bilirim yaşamaz yanyana aşkla
Ne haksızlık
Ne korku
Necati Cumalı
Etiketler:
aşk,
güneş delisi,
kafiye,
necati cumalı,
sevgi,
şiir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)