feslefik depreşim

29 Ocak 2012 Pazar

bilmiyorsun

bilmiyorsun nasıl sevmeli insan
nasıl sevmemeyi öğretirsin kırmışsan
cilalı cümlelerle toparladığım koca aşkı
birkaç cümleye sığdırmışsan
bilmiyorsun nasıl severim ebediyatı
istemsizce gözlerinden sonsuzluğa varmışsam.

duymuyorsun bahçedeki yaprak seslerini
ellerini bırakmıyorsun karanlığın
susmuşsan bir ceviz ağcı kadar uzun
ve dönmüşse deliye ruhun
bilmiyorsun nasıl sevilir, yalnızlığın
nasıl bir aşk bu ortasında uykumuzun...

kendin kalabilme mesafesinde bir aşk
vaadetmiyorsun ki ikimize de..
birbirimizden çalalım istiyorsun
şu koca çınarın kökleri kurusun..
hadi oldu, başarablidik diyelim
iki hayat bir kalıba girelim..
fakat ben;
iki ruhtan bir ruh çıkarmaya çalışacak kadar
o kadar tasarruflu yaşamaya
gönüllü değilim, sevgilim...

Adalet

Adalet nasıl yok edilir? Aslında tarih boyunca adalet asla insancıl olmamıştır. Bu kavram orta ve fakir kesimi kurallarla yaşamaya zorlarken, zengin kesimi her zaman korumuştur. Adalet ve güç yakın kavramlardır ve güç kimin elindeyse adalet de onun elinde olmuştur. Fakat bu durum zaten adalet kavramının kendisiyle çelişkilidir.

Bu sistem bu şekilde elbette batacaktır. İnsanların vicdani olgularına bile ters ve adaletsiz bir sistemin içinde yaşamaktayız. Yazarlar, çizerler hapishanelerde çürütülürken, türlü ruh hastaları küçük cezalarla kurtulmaktadırlar. Buna isyan etmeli insan! İnsan buna ses çıkarmalıdır. Fakat sıcacık evimizde güvende yaşama hissi hepimizi apolitize etmiştir. Nazım Hikmetin de dediği gibi; sen yanmazsan ben yanmazsam, nasıl çıkar bu karanlıklar aydınlığa?

Bugün adaletin olduğunu savunanlar da vardır elbette. Çünkü güç eğer onların ideolojilerindeki insanların elinde ise bir nebze onların lehine işleyen bir adalet sistemi oluşmaktadır. Bu durum onları elbette memnun etmiştir. Fakat kurtuluş bu değildir, insanlık ve dindarlık bu değildir. Ayrıca onları da gerçek manada korumaz bu adalet sistemi, sadece güç sahiplerinin adaleti bu şekilde var etmeleri için bu ideolojideki insanların desteklerine ihtiyacı olduğu için onları koruduğu izlenimi yaratılmaktadır. Sadece bir kesim için var olan bir adalet, nasıl olur da adalet olur? Buna bugün ses çıkarmayıp içten içe mutluluk duyan güç taraftarı insanlar bu tarihi yanılgının bedelini hepimizle birlikte ödeyeceklerdir. Fakat bu bedeli öderken bile farkındalıktan çok uzak olup durmadan muhalifleri suçlayacaklardır. Bu iluzyona çoktan kanmışlardır. Ve onlar için artık insanlık kavramı düşünce sabitidir. Sadece kendileri insandır ve eğer onlar için işleyen bir şeyler varsa, demek ki insanlık mahkemeleri düzgün işlemektedirler.

Bu sığ görüş, bizi insanlık olarak bir kaosa sürüklemektedir. İnsanların görmeleri engellenmektedir. Bugün güç sahibi insana bakıp, 'ne güçlü ne zengin adam, hem de bizim ideolojiden' diyen fakir adam, maldır, uyutulmuştur. Adalet bir kesimi yok sayarak yok edilir fakat aynı şekilde diğer kesim için var olduğu için de var edilmiş olur. İnsanlıktan uzak hayvanların dünyasında adalet dönüp dolaşıp bir taraflarımıza girecektir.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Bir ifade biçimi olarak sanat

Birileri bana neden gitar çaldığımı, neden besteler yaptığımı ve neden şiirler yazdığımı soruyorlar. Aslında benim onlara buna neden bu kadar şaşırmış olduklarını sormam gerekiyor. Çünkü sanat aynı konuşmak gibi bir ifade biçimidir.

Sanatın yıktığı sınırlardan rahatsız olanlar ve kendi iç yolculuğuna çıkma cesareti gösteremeyenler, aynı zamanda sanatı gerçek manada sevemeyenlerdir. Oysa ne acıdır, insanın tek bir ifade biçimine hapsolmuş olması. Ne acıdır insanın, doğanın farklı dilleri ile konuşamıyor ve kendisini fade edemiyor olması.

Kendi içinde yolculuk yapamayan bir insan nasıl olur da sanat yapabilir ki! Sanat insanın kendini keşfinden doğmuş bir güçtür. Kendinden başlayan sorularla, her şeyi anlama çabası sanattaki en büyük itici güçtür. Ve önüne durulamaz bir başka ifade biçimine doğan ihtiyaç, kendi doğal süreci içinde yaratmıştır onu.

Kendini birçok farklı şekilde ifade etmek insanı gerçek bir özgürlük yolculuğuna çıkartıyor. Evrenin bir yansıması olan benliğimiz, evrene dahada yaklaşıyor onun yaratıcı dilini konuşurken. Ve içindeki enerji, duyguların, ruhların, seslerin ve dokunuşların gizemli dünyasından fiziksel bir ortama akışa geçiyor. Bu yüzden bu kadar büyüleyicidir bazı romanlar ve bu yüzden bu kadar etkileyicidir bazı şarkılar. Çünkü bir yaratım süreci geçirmişlerdir. Çünkü ifade edilmemiş, benzeri söylenmemiş bir şeylerin dünyasından aramıza gelmişlerdir. Yaratıcı imgeleme ve hayal gücünün hazırlanmış zihinlerle buluşması kendisini bize sanat olarak göstermiştir.

Bu yüzden çift yönlü bir harekettir sanat. Hazırlanmış zihinlerden doğması bir gerçek olsa da, kendi başına sanat belli derecede, zihinleri hazırlamaktadır. Zihin ve akıl evrimine katkıda bulunup, sorulmamış soruların ve söylenmemiş kelimelerin peşine düşüp olanla olmayan arasındaki bağı kurmaya çalışmaktadır...

27 Ocak 2012 Cuma

Düşünce Sabiti ve Değişim

Düşünce sabiti diye bir şey yoktur. Büyük toplulukların uyutulmasında kullanılan düşünce sabiti, diğer bir deyişle sabit düşünce, insan gelişimine en büyük darbelerden birini vurmaktadır. Çünkü insanların uyutulması için kullanılan sabit düşünce afyonları, onları kendi zihin kalıpları içinde intihara sürüklemektedir. Mutluluklarına vurulan bir darbe ya da maskeli mutluluk partisi olsa da bu, aslında birlikte yaşama ilkelerini de çoktan zedelemiştir.

Bütün tarih boyunca insanlığı ileriye götürenler, en radikal ve en önemli adımları atanlar, asimetrik düşünce tarzına sahip diyebileceğimiz, çoğunluğun kuralarıyla yaşamayan bir avuç insan olmuştur. Diğer yüzde doksan dokuzluk kısım sadece dünya nüfusuna katkıda bulunmuş ve neslin devamını sağlamışlardır. İleriye gitmek neden bu kadar önemli peki? Çünkü yunan bir bilgenin de dediği gibi değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. O halde nereye doğru değişeceğimizi belirlememiz gerekiyor, çünkü bunu yapacak akla sahip olmadığımız zaman birileri bizim yerimize düşünüyorlar. Ve koyunlaşma yolundaki ilk adım böylece atılmış oluyor.

Aslında koyunlaşma yolundaki atılacak adımlar atıldı ve başarıyla plan uygulandı çoktan. Fakat unutulan bir şey var bütün kurallara, düşünce sabitlerine, insanların geri kafalılığı ve geçmiş bağımlılığına rağmen. İnsanlık bir zihin, düşünce ve felsefe evrimi atlatmak zorundadır. Eğer bu farkındalık düzeyinde ve sevgiyle olamazsa, savaşlar, doğal afetler ve birçok büyük felaket bizi zaten buna mecbur bırakacak. Üçüncü dünya savaşını çok yakında göreceğiz belki de bu yüzden. Bize ucu dokunmadığını düşündüğümüz dünyanın birçok yerinde insanlar savaş halindeler halihazırda. Bu zihin evrimi olacak. Dünya kendine kent filozofları doğuracak ve tamamen doğal akışın içindeki çok normal bir hadise olacak. Kentler bu yeni akımların peşinde aydınlanma arayacak. Eskiler çıkıp; eskiler sizin neyinize yetmiyor, her şey bizim kurallarımızla zaten belirlenmiş diyecekler. Kurtuluşun kendilerinde olduğunu iddia edecekler fakat gerçek bu olmayacak. Vakti geldiğinde insanlar zihin evrimlerine engel olamayacaklar. Bu tıpkı akan bir ırmağın tersine yüzmeye çalışmak gibidir.

Bu zihin evrimi yaşanana kadar insanlık elbette büyük acılar çekecek. Eski dünya düzeninden nemalananlar, hiç bir şeyin ve her şeyin sahipleri insanların zihinleriyle, kaybetmeye yakın olduklarında ise insanların bedenleriyle savaşacaklar. Bu savaşta, önce aydınlanan bir avuç insan, gelecek nesillerin ruhundaki ve zihnindeki gücü keşfedebilmesi için ister istemez feda edilmiş olacaklar. Kendilerinden geriye kalan isimleri bile olmayacak. Sadece zihin evriminin aydınlık yüzü...

Düşünce sabiti dışına çıkmak, bunu sindiremeyen insanlar tarafından karşı argümanlarla çürütülmeye çalışılacak. Bunlardan birisi de bu alanın şeytani bir alan olduğunu söylemeleri olacak. Fakat insanı gerçek tatmine bilgi eşliğindeki sonsuz yolculuk götürecek. Ve yolculuğa sadece düşünce sabitlerinden sıyrılabilmiş ve bunu hissedebilmiş insanlar çıkacaklar. Bu insanlar gelecek nesillere her şeyden önemlisi gerçek bir duyarlılık bırakacaklar. Zorunlu şartlanmalarla kabullendikleri dünya öğretilerini değil, bir bilim olarak hassasiyeti bırakacaklar. Bu zayıflık kavramıyla desteklenen hassasiyet olmayacak. Kendisi tamamen insanlık kavramıyla desteklenendir.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Bedensel ve ruhsal acılar üzerine...

İnsan bedeninin ve ruhunun acılar içinde kıvranmasının sebebi. Düşünceleri, hisleri üzerinde kontrolsüzlüğüdür. Bilinmezliği dürtüleriyle karşılama alışkanlığıdır. İnsan dürtüleriyle yaşama alışkanlığı yüzünden bedenine ve ruhuna büyük acılar yaşatır. Oysa insan tarihinin öğretilmiş alışkanlıkları olan bu beceriksizlik, tersi alışkanlıklarla beceri haline dönüştürülebilir. Bir zihin, bir duygu kontrol mekanizması aynı kas sistemi gibi sürekli ve döngüsel şekilde eğitilebilir. Bilinmezliğimizi çaresiz kılan şey hem madde olarak var olup hem de ifadesi maddeleri karşılanmayan boyutları aynı anda yaşamaktan kaynaklanmaktadır. Bu bizi alışılmadık bir şaşkınlığa sürüklemiştir. Bütün bu ilüzyonun orta yerinde bulunma sebebimizi keşfedememiş olmamız ruhumuza acı vermekte. Arayış şeklimiz farklı olsa da, hepimiz insan formunda ve maddesel düzeyde elde edebileceğimiz bilgeliği ararız. Yeni çağ düzenindeki global insanlarını ve kent filozoflarını eski öğretiler ve kuralları tatmin edemez hale geldiler. Bu yüzden soru sormadan yaşayamayan yeni global kent filozofları kendi yalnızlığında yeni öğretilerin ve felsefi akımların başını çekeceklerdir. Çünkü insan formundaki yaşam bedensel deneyim için vücutlara gönderilmiş sonsuz enerjinin bir parçasıdır. Evrenin parçası ve kendisidir. Ruhlar –ki ispatı imkansızdır- bu enerjiyi sınırlı bir beden ve madde ortamında yönetememenin ve onun üzerinde hakimiyet kuramamanın acısını yaşamaktalar. Çünkü yeni düya düzeyi, yükselen egolar kıyısında yaşanan bir hayatla yüz bulmakta. Ve insan adam, kendisinin bu bütünün bir parçası olduğunu unutmaktadır. Bu farkındalık düzeyine yükselmek ve orada kalabilmek gerçek bir bilegelik gerektirmektedir. Ve kentler sessizce kendi kent filozoflarını doğurmaktadırlar. Acılar sıradan insanın bilgeliğe yolcuğunu kamçılamaktadırlar. Gerçek farkındalığın hiçbir zaman maddesel formu bulmayacağını söyleyip işin içinden çıkıp, kaçıp gitmek en korkakça ve kolay olanıdır.

4 Ocak 2012 Çarşamba

Ali Feysbuk Diyarında

Evvel zaman içinde diye başlayan hikayelerde, insanlar yediklerini sıçtıklarını facebook'ta yazmıyorlarmış diyecekler bir gün. Tabi hala masal anlatan ermiş kişiler var olmaya devam ederse.

Bir profil açıp ilgi çekmeye -kabul edilmese de, çarkın içindeyken mecburi dönme istikametinde- çalışarak geçti benim de birkaç yılım. Sonuçta gecenin onunda ya da sabahın beşinde girip sesimi duyurabilirdim. Şu saç stilimi beğenebilirdi biri ya da dün gece bak nasılda güzel eğlendim gör ulan diye bilirdim bu araçla. Dedim de elbette. Hepiniz dediniz.

İnsanları sadece profillerinden beğendik. Sanal bir kimlik yaratıldı ve sanal bir hayat gittikçe gerçek hayatın içinde yer etmeye başladı. Verdiği hazzı da kabullenmeye başladık. Duygusal paylaşımlar atmanın insanları duygusal yaptığını, felsefi paylaşımlarla haşır neşir olanlarında felsefik insanlar olduğunu düşünmeye başladık... Hepsi yalan.

Bu gerçeği hepimiz biliyoruz. Hepsi yalan. Sanal profillerle kendimizi ifade etmeye çalışmak, çiçeklerle dolu güzel bir bahçenin ortasına sıçmak gibi bir şey. Ya da çiçeklerle boku gizlemeye çalışmak... Her ikisini de farklı hayatlara uyarlayabilirsiniz.

Modaya uyup başkalarının cool profillerinden feyz alıp bu sahte ortamda fink atarken, gerçekteki zaman aktı geçti. 'Yapacak birşeyimiz yoktu ki zaten bu zamanda' demek de ayrı yalan elbette. 'Can sıkıntım geçti' demek de tatlı yalan kendimizi kandıran. Fakat tüm bu zaman zarfında bilinç altımıza yerleşen korkunç bir şey vardı. İnsanları ilişkilileri algılayış biçimimiz mutasyona uğradı. Bir insanın profil fotoğrafına bakıp onu adam yerine koyacak hale geldik. Nasıl konuştuğunun, neler düşündüğünün, aslında iç dünyasında kim olduğunun, konuşmayan kişiliğinin altına neler olduğunun hiçbir önemi yoktu. Hayatımızı tamamen materyalist bir bakış açısı kapladı. İlişkilerde en önemli nokta; seks objesi olarak güzel/yakışıklı bir karşı cins oluverdi. Bulunup ayarlanabilecek bütün yollar geçilip sonuca ulaşıldıysa da ilişki durumunu düzeltmek oldu sonraki işimiz. "Eeeveettt! Gördünüz mü nasıl bi' hatun ayarlamışım! Tıklayıp fotoğraflarına bakıp beni taktir ettiniz mi!! Ohh 812973 kişi de beğenmiş, cilloplar gibi olmuş. Götümüzle içki içip dağıttığımız artis fotolarımızı da koyduk mu şimdi bu iş tamamdır..." Olay buna dönüştü. Olay hala bu. Olayın bir parçasısın.

Elektronik eşyalar epey ucuzladı ama hala bir bilgisayar alamayan gençler olduğunun bilmem farkında mısınız?! Eğer bu siteler artık hayatımızın parçasıysa, onların bir ifade biçiminden eksik oluşlarına üzülmüyor değilim. Her ne kadar sigarayı bırakır gibi yavaş yavaş hür irademle feysbuktan kopmuş olsam da... Demem o ki yeni tanıştığın birine feysini vermemişsen sıçtın. On sıfır yenik başlıyorsun mücadeleye. Hele ki o kişi potansiyel manita adayıysa. İlişkilerin geldiği, ruhsal karmaşanın geldiği son noktadır bu. 'Hüzünç doluymuş lan ühü ühü!' diyerek elinin facebookta paylaş butonuna doğru gittiğini görür gibiyim.

Sanal hayat başlığı altında ebesine atlanmış bütün gerçek hayatların hikayesidir bu. Aynada gördüklerinizi pek sevmeyeceksiniz.

Bir kişi sizi dürttü. Sevgiyle 'kalın'!