12 Ağustos 2010 Perşembe
HARBİDEN
Ölümün bana göre felsefesi yoktur. Kısa ve ağlamaklıdır sadece. Ama yinede o boktan klasik cümle her zaman doğruyu söyler; “ölenle ölünmez”...
Araştırdığım cinayetler içinde en kolayı ve en ilginci öldü diye bırakılan adamın ölmeden biraz önce kendi kanıyla failin adını yazmayı başardığı vakaydı. İşimi ciddiye almama ramen çok büyük cinayetleri çözdüğüm söylenemez. Hatta en büyük paraları da birkaç milletvekili akrabasının “istemeden” işledikleri cinayetlerde delilleri sonsuza dek yok ederek kazanmıştım. İşimin inceliklerini işimi kötüye kullanacak kadar öğrenmiştim işin aslı...
Bu sırada çaycı Zehra teyze çaylarımızı biz sormadan tazelemişti. Bütün işi raporları bilgisayara aktarmak olan Burak masanın öbür ucunda çaresizce bulmaca çözmekteydi.
- Sekiz harfli bir Japon geberme sanatı ? diye sessizliği bozdu.
- Harakiri !! diye tereddütsüz karşılık verdi o sırada kapıdan çıkmakta olan Zehra teyze.
Sanırım o da artık bir cinayet çözecek kadar bilgiye kavuştu aramızda. Kapıdan çıkarken Taksimde tiki kızların attığı kahkahalara eş bir kahkaha attı. İğrendim bir an için. Küfür ettim ama içimden.
Bu ölüm sıcağı fena halde bunaltmıştı herkesi. Nefes almak bile zorlaşıyordu zaman zaman. Öyle elle tutulur bir hareketsizlik vardı ki insanların yaşantılarında. Sanki zaman bile akıp geçmeye üşeniyor gibiydi. Oysa ölecekler diye düşündüm. Sonra bomboş bir karanlık getirdim gözlerimin önüne. Oysa öleceğim diye düşündüm.
- Sen ne şerefsiz adammışsın be birader. İtin doğurduğu...
- ....
- Kaporamın üzerine yattın evi de ayarlamadın pezevenk.
Burak her hafta yeni numaralarından ulaştığı dolandırıldığı emlakçıyı arayıp sövüyordu yine. Boşuna.
Zaman geçmeyi reddederken aklıma bir Oscar Wilde sözü geldi; İnsanların yüzde doksanı yaşamazlar ; Sadece vardırlar...
Var olanları bilmem de bize gelenler zaten yaşamıyorlarki. Harbiden...
Biz de işimiz gereği yaşıyoruz.
Başka Bir Dilde Aşk
Işıklar sadece bu anı aydınlatıyor
Sigaramın kısık ateşinde bir liman
İnsanlar sessizce yanaşıyor.
Bavullarında hatıraları harman yeri
Kirpikleri bulutlu bir sabahı anımsatıyor.
Düşündükçe ağlamaklı bir hoşça'kal
Dökülemeden dillerde parçalanıyor.
Kimin gittiği önemsiz
Kimin kaldığından bize ne
Savaş hepsine savaş değil mi
Vuran ne dileyebilir ki ölene.
Öncesiz ve sonrasız
Öyle bir aşk yok işte.
Kimliksiz ve kimsesiz siluetler
Kırılgan ışık huzmelerinden geçip
Teslim olacaklar bu yalnızlığa.
Sebepsiz ve anlamsız
Yaptıkları her şey boyunlarını bükecek
Gün gelecek
Barışamayacaklar kendileriyle bile
Ve yaptıkları roller
Taktıkları maskeler
Sessiz çığlıklarına tohum ekecek.
Öncesiz ve sonrasız
Başka ve gaddar sevmeyi öğrenecek insan.
Sertçe kapatarak kapıları ve yüksek duvarlar altında
Kendi gibi ve yalansız
Bir sevgiye kucak açacak
Güneye giderken fonda güzel bir şarkı
Ve vardığında sabah vakti uzak bir limana
Başka bir şekilde sevmeyi öğrenecek insan.
Bu sefer kendisinden başlayarak ama...
B.Varol
21 Temmuz 2010 Çarşamba
Hayat üzerine....
Şimdi gelelim aynalardaki biz ile barışma kısmına. Fiziksel olarak değil, psikolojik bir bakış açısıyla bunu söylemekteyim. Hepimiz hayatımızın kısa ya da uzun bir döneminde kendimizle çelişerek yaşadık evet. Bu belki de kendimize giden yolu bulmak için bir nebze gerekliydi de... Fakat şimdi büyüdük.. Yarın da büyümekte olacağız öbür gün de, bir sonraki gün daha büyük olacağız hele ondan sonraki gün eşşek kadar adamlar olacağız. Belki de ölüm yaklaştıkça fosillerin arasına giderken kutsal kitaplara ve dine daha çok sarılacağız. Tartışılır. Demek istediğim de tam bu aslında. Tartışın. Saygı sevgi ve görgü çerçevenizi kaybetmeden birşeyler bulma çabanızı en azından ben hoş karşılarım. Gerçekten... Bir yerden araklamadıysam ( bu sokak ağızı içinde özür dilesem iyi olur ) kendi uydurduğumu düşündüğüm bir söz var çok severim. Hani kendi kararlarınızı kendiniz verdiğinizi söylüyorsunuz ya, peki kendi sorularınızı sorabilecek kadar özgür müsün? Bir düşünün.. Bu çoktan seçmeli bir kölelik değil mi? Nefes alıp veriyoruz, kendi evlerimiz kendi arabalarımız var belki ama kararları kendimiz veriyoruz sanarken, kararları verirken kullandığımız sorular çoktan seçmeliyse nasıl olurda hala bu bizim öz dünyamız diyebiliriz. Diye bilir miyiz? Hiç bu kadar derin düşünmediniz mi gerçekten? Canınız cehenneme... :)
Mesela ben niye şarkılar ve şiirler yaratabildiğimi biliyorum. Bu bir sır değil. Çünkü kendi sorularımı kendim soruyorum. Özgürlüğümü hayal dünyamda ve kendi dünyamda sizin doğrularınızdan bağımsız şekilde ilan ettim. Etik değerleriniz, aldığınız kültürler ben hepsini sorguladım ve zihnimdeki sınırları kaldırdım. Bir sınırı kaldırınca ne oldu? Bir sınır yoksa hiçbir sınır olmadığını gördüm. Şimdi şunu sormak da burada tam cukk! diye oturacaktır ki; sınırları olan bir sanatçı ne kadar yaratıcı olabilir, ne yaratabilir? ortaya ne kadar özgün ve ne kadar değişik birşey cıkarabilir ki? Bu da tartışılır. Ben kurdu attım onla baş etmek sizin göreviniz artık.
Biliyorsun kendini sevmediğin zamanlarda evrenden ne istesen olmayacak. Başarı sandığın şeylerin çoğu aslında başarı bile değil. Kendini sevmek de bir başarıdır. Belki de ulaşılması en zor olanlardan biri. Sonra mı? Sonra yollar bir bir çıkar karşına, evren kucaklar seni ve kendini yönetmeyi ancak o zaman öğrenebilirsin. En azından bu benim hayat felsefem. Ayrıca başarı sandığın o şey varılacak bir nokta değildir ki, başarı gidilen bir yoldur.. Yola çıkmadan o noktaya zıplamaya çalışıyorsan devam et. Hadi durma.
Kendinden kaçarken başkalarının seni sevmesini de bekleme ayrıca. Kaldı ki kendinden asla kaçamazsın ancak kendini görmezden gelirsinki hergece kendine sarılıp uyuduğunu da adın gibi bilirsin. Kendini kendi içine hapsedip kendi denizinde boğulmaya benzer bu. Oysa gördüğün bu toprakların hepsi senin. İstemeseni bilmelisin sadece. Bir sır var bütün herşeyden daha öte. Onu da sen keşfet ben söylemeyeyim. Ama bir ipucu; benzemiyor hiç diğerlerine...
16 Nisan 2010 Cuma
bilinmezler şehri
kucağında uyutuyor seni
rimelinden caddeler uzanıyor şehir boyunca
kaçamak bir koşuşturmaca
benim sevmişliğim tutamıyor ellerini
hem bilirsin düğümleniveririm boğazına
söylenecek hiçbirşey yokken hakkımda
herşey nedense bizi anlatır
şehir kimliksiz ve tehlikeli görünür
dudağımda ıslak bir ıslık
adını söylememek için zor tutarım kendimi
söylersem sanki bu şehir beni öldürür
sonra gözlerim kan yağar
ellerim ceplerimde kaldırımlar boyunca
geldiğim yerleri unutarak yürürüm
o sırada radyoda bizim şarkımız çalar
şemsiyesi uçan bir kadın geçer karşıdan
birkaç araba hızla yanıbaşından
durur hafızan, donuklaşır ekran
siyah bir bilinmezlik oynar sahnede
bilmediğim için oturur izlerim
belki çıkıp gelirsin diye...
17 Şubat 2010 Çarşamba
Uyku öncesi üç beş karalama
Herşey aynı oranda, istediğin her mevsim meyve vermiyor işte. Bedeller kendinden başlayarak geriye doğru herşeyi ödetiyor. Ayrıntılarda kalmış, satır arası sevişmeleri bile aynalarda görebiliyorsun bir sabah. Uyandığın şey ya uyku değil ya da sabahlara çıkmayan başka türlü bir gözlerini kapatmak...
İnsan takılıp kalıyor bazen bir rüyaya. Anlatılmış masallar görünen gerçeklerden daha cazip geliyor bile bile. Ve göre göre atlarken derin bir uçuruma, kelimeler yoksun'lu sınırlarda kafiyesiz kalıntılarla şiirler meydana getiriyorlar. Bir nefeste söylenip unutulmak için yazılıyor şiirlerim. Bir nefeste öpülüp gömülmek için yollarına çıktığım gibi...
Kendime selam vermeden, aynaları pas geçip gidip yatacağım bu akşam. Konuşmak istemiyorum, kendimden seni duyduğum için. Dolaşmak istemiyorum düşüncelerimde orda hep seni bulduğum için. Görmemiş gibi yapacağım kendimi birazdan. Yanımdan gelip geçeceğim. Gölgen dudaklarıma değip mısralara dönüşmek isteyecek. Susacağım..
Sanırım ben daha fazla anlatamayacağım.
İyi geceler.
üç nokta...
7 Şubat 2010 Pazar
Son kez Sonsuza dek
Bu defa son kez
Sigaramı yakıp gidişini izliyorum
Millau viyadüğünü düşünüyorum
Bir sürü başka hayallerin yanında
Gözlerimle gözlerini okşadığımı
Yüksekte, bulutların sırtında...
Seni benden ayıran yollara kızgın değilim
Önce kendimi sonra seni affediyorum
Uçup gidiyor zaman, kısacık ömürlerle şarkılarda
Dudaklarından adımı siliyorsun yavaşça
Seni görüyorum uzak şehirlerin ışığında ve
Başka birileriyle başka bir hayata emanet ediyorum...
Ellerimi hayatından çekiyorum
Sonsuza dek
Masallara şarkı yapıyorum seni
Şarkılara masal
Suçlamıyorum karanlık geceleri
Rüzgarda yanmayan sigarama kızmıyorum
Soğumuş kahveme sitemkar değilim
Evet ellerim özleyecek ellerini
Dokunamadıkları halde
Yine de gidiyorum, bitmiş değilim..
Ellerimi ellerinden çekiyorum
Bu defa son kez
Gözyaşlarımı silmek için...
28 Ocak 2010 Perşembe
Bu Gece
Benim oyuncaklarım
Sokak lambalarının ışıltısı
Adımlarım ağır aksak
Sözlerim hep kalp kırıntısı...
Aşk düşsel bir oyuncak
Yeminli bir sonbahar cellat
İpleri boğazında bir Perşembe
Cumaya hasret ölmek üzere..
Benim şarkılarım dudak yapışkanı
Cevapsız bir arama, her numara.
Kırgın bir kadın hıçkırığı, yüzü avuçlarımda
Benim kadınım / sever ayrılığı...
Gözlerim bulutlu bu son perdede
Maskeler birazdan çıkmak üzere
Kimlikler masada, silahlar şakaklara dayanmış
Kadın, pembe düşlere henüz aldanmış
Söylenmemiş bir şiir ortalık yerde
Çırılçıplak sevişecekler kafiyelerde
Yağmur iliklerinden gözlerine yağacak
Her aşık bu hisse elbet kapılacak
Şimdi sahili boydan boya geçmeli
O ilk tekneye binip gitmeli
Açık denizlerde uzak bir kentte
Daha çok seveceğim ben bu geceyi...
BVR 00:55, 29 ocak 2010