Zekanın
Yolu
Osho
Zekâ canlılıktır, kendiliğinden olur.
Açıklıktır, incinebilirliktir. Taraf tutmamaktır, herhangi bir yargıya
varmadan yaşama cesaretidir. Ve neden ona cesaret diyorum? O bir cesarettir;
çünkü bir yargıya göre hareket ettiğin zaman, o yargı seni korur, sonuçlar
sana güven duygusu verir. Onu çok iyi biliyorsun, nasıl ulaşacağını
biliyorsun, onda çok verimlisin. Yargısız hareket etmek, masumiyet içinde
hareket etmektir. Hiçbir güvence yoktur; yanlış noktaya ulaşabilir, hata
yapabilirsin.
Adına gerçek denen şeyi keşfe çıkmaya
hazır olan kişi de birçok hata yapmaya, bu riski almaya hazır olmalıdır.
Yanlış yola sapabilir, ama insan böyle doğruya ulaşır. Birçok kere yanlış
yola sapınca, insan yanlış yola sapmamayı öğrenir. Pek çok hata yaparak
insan hatanın ne olduğunu öğrenir ve nasıl yapmayacağını görür. Hatanın ne
olduğunu bilerek insan gerçeğe daha fazla yaklaşır. Bu bireysel bir
keşiftir; başkalarının vardığı sonuçlara güvenemezsin.
SEN ZİHİNSİZ OLARAK DOĞDUN. Bunun kalbinin
en derin noktasına kadar inmesine izin ver; çünkü bu sayede bir kapı açılır.
Eğer zihinsiz doğduysan, o zaman zihin sadece toplumsal bir üründür. Doğal
bir şey değil; türetilmiştir. O senin üzerine monte edilmiştir. Kalbinin
derinliklerinde hâlâ özgürsün; bundan kurtulabilirsin, insan doğanın dışına
çıkamaz; ama suni bir şeyden kararını verdiğin an kurtulursun.
Varoluş düşünceden önce gelir. O yüzden
varoluş bir zihinsel durum değil, onun ötesinde bir şeydir. Olmak, özde
olanı kavramanın yoludur; düşünmek değil. Bilim düşünmek demektir, felsefe
düşünmek demektir, Dinbilimi düşünmek demektir. Dinsellik düşünmek demek
değildir. Dinsel yaklaşım, düşünmeme yaklaşımıdır. O daha içtendir; seni
gerçekliğe daha yakın kılar. Bütün engelleri devirir, zincirleri kırar;
hayatın içine akmaya başlarsın. Kendinin dışardan bakan, ayrı bir şey
olduğunu düşünmezsin. Kendini, izleyen bir gözlemci gibi; mesafeli, soğuk
düşünmezsin. Gerçekle tanışır, kaynaşır ve bütünleşirsin.
Ve bilmenin farklı bir türü var. Buna
"bilgi" denilemez. O daha çok sevgi, daha az bilgi gibidir. O kadar içtendir
ki, "bilgi" sözcüğü onu anlatmaya yetmez. "Sevgi" sözcüğü daha
tanımlayıcıdır, daha iyi ifade eder.
İnsan bilinci tarihinde evrimleşmiş olan
ilk şey, büyüydü. Büyü, bilim ile dinin bir karışımıydı. Büyü hem zihinden,
hem de zihinsizlikten birer parça barındırıyordu. Sonra büyüden felsefe
gelişti. Sonra, felsefenin içinden ise bilim türedi. Büyü hem zihinsizlik,
hem zihindi. Felsefe sadece zihindi. Sonra zihin artı deneycilik bilim
halini aldı. Dinsellik ise bir zihinsizlik durumudur.
Dinsellik ve bilim, gerçeği bulma yolunda
iki yaklaşımdır. Bilim ikincil yollar üzerinden ulaşmaya çalışır; dinsellik
ise doğrudan gider. Bilim, dolaylı bir yaklaşım, dinsellik ise direkt bir
yaklaşımdır. Bilim, etrafında dönüp dururken, dinsellik gerçeğin kalbine ok
gibi saplanmaya çalışır.
Birkaç şey daha var. Düşünce, ancak
bilinen şeyleri düşünebilir; zaten çiğnenmiş olanı çiğner. Düşünce asla
özgün olamaz. Bilinmeyeni nasıl düşünebilirsin? Düşünmeyi başardığın her şey
bilinene ait olacaktır. Yalnızca bildiğin için düşünebilirsin. Düşünce en
iyi ihtimalle yeni kombinasyonlar yaratabilir. Gökyüzünde uçan, altından
yapılmış bir at düşünebilirsin; ama yeni bir şey yok bunda. Gökyüzünde uçan
kuşları biliyorsun, altını biliyorsun, atı biliyorsun; üçünü bir araya
getiriyorsun. Düşünce en fazla yeni kombinasyonlar düşleyebilir, ama
bilinmeyeni bilemez. Bilinmeyen onun ötesinde kalır. O yüzden düşünce döngü
içindedir; bilineni tekrar tekrar bilmeye devam eder. Çiğnenmiş olanı tekrar
tekrar çiğner. Düşünce asla özgün "değildir.
Gerçekle orijinal olarak, kökten bir
şekilde yüz yüze gelmek, gerçekle herhangi bir aracı olmadan yüzleşmek,
sanki varolan ilk insan gibi gerçeğe ulaşmak: İşte bu özgürleştirir . Onun
bu tazeliği özgürleştirir.
GERÇEK, BİR DENEYİMDİR, BİR İNANÇ DEĞİL.
Gerçek, üzerinde araştırma yapılıp bulunacak bir şey değildir; gerçekle
karşılaşmak gerekir, gerçekle yüzleşmek gerekir. Sevgiyi ders gibi çalışıp
öğrenmeye çalışan bir kişi, tıpkı Himalayaları haritadan bakarak öğrenmeye
çalışan biri gibidir. Harita dağ değildir! Eğer haritaya inanmaya başlarsan,
dağı ıskalamaya devam edeceksin. Eğer harita senin için bir saplantıya
dönüşürse, dağ gözünün önünde duruyor bile olsa onu göremeyeceksin.
Bu böyledir. Dağ senin karşında, ama
gözlerin haritalarla dolu; dağın haritaları, aynı dağın, farklı kaşifler
tarafından çizilmiş haritaları. Biri dağa kuzeyden tırmanmıştır, biri
doğudan. Hepsi farklı haritalar yapmıştır: Kuran, İncil, Gita; aynı gerçeğin
farklı haritaları. Ama sen haritalarla o kadar dolusun ki, onların ağırlığı
sırtında o kadar ağır bir yük oluşturuyor ki, bir santim bile
kımıldayamıyorsun. Tam önünde duran dağı bile göremiyorsun: Sabah güneşinde,
el değmemiş karlı zirvesi altın gibi parlıyor. Sende onu görecek gözler yok.
Önyargılı göz, kördür, varılmış sonuçlarla
dolu kalp ölüdür. Çok fazla gerçekliği sorgulanamaz varsayımı doğru kabul
ettiğin zaman zekân keskinliğini, güzelliğini, yoğunluğunu kaybetmeye
başlar; donuklaşır.
Donuk zekâya akıl denir. Senin o sözde
entelektüellerin aslında gerçekten zeki değil, sadece akıllı. Akıl bir
cesettir. Onu süsleyebilirsin, harika inciler, elmaslar, zümrütlerle
süsleyebilirsin; ama ceset hâlâ bir cesettir.
Canlı olmak ise tamamen farklı bir şeydir.
BİLİM KESİN OLMAK DEMEKTİR, olgular
konusunda kesinkes emin olmak anlamına gelir. Olgular hakkında çok kesin
olursan, o zaman gizemi hissedemezsin: Ne kadar kesin olursan, gizem o kadar
buharlaşıp yok olur. Gizemin bir miktar belirsizliğe ihtiyacı vardır;
gizemin tanımlanmamış, sınırları çizilmemiş bir şeye ihtiyacı var. Bilim
olgusaldır. Gizem olgusal değil, varoluşsaldır.
Bir olgu, varoluşun sadece bir kısmı, çok
küçük bir parçasıdır. Ve bilim parçalarla uğraşır, çünkü parçalarla uğraşmak
daha kolaydır. Daha küçük olduğu için analiz edebilirsin; onlar tarafından
ele geçirilmezsin; onları eline geçirebilirsin. Onları küçük parçalara
ayırabilirsin, onları etiketleyebilir, nitelikleri, nicelikleri ve
olanakları konusunda kesinkes emin olabilirsin. Ancak bu süreç içinde gizem
katledilir. Bilim, gizemin öldürülmesidir.
Eğer gizemi yaşamak istiyorsan başka bir
kapıdan girmen gerekir, tamamen farklı bir boyuttan. Zihinin boyutu, bilimin
boyutudur. Meditasyon boyutu ise mucizevi olanın, gizemli olanın boyutudur.
Meditasyon her şeyi tanımsız kılar.
Meditasyon seni bilinmeyenin içine, haritası çıkartılmamış yerlere götürür.
Meditasyon seni yavaş yavaş gözlemci ile gözlenenin eriyip tek olduğu
noktaya götürür. Şimdi, bilimde bu mümkün değildir. Gözlemci gözlemci olmak
zorundadır ve gözlenen, gözlenen olmalıdır; ve arada kesin tanımlanmış bir
çizgi sürekli korunmalıdır. Tek bir an bile kendini unutmamalısın; tek bir
an bile araştırmakta olduğun nesneye ilgi duymamalı, tutkuyla, eriyerek,
teslim olarak ve sevgiyle ona yaklaşmamalısın. Ondan ayrı olmak zorundasın,
çok soğuk olmak zorundasın; soğuk ve tamamen kayıtsız kalmak zorundasın. Bu
umursamazlık gizemi öldürüyor.
Eğer sahiden gizemli olanı deneyimlemek
istiyorsan, o zaman varlığında yeni bir kapı açmak zorunda kalacaksın. Sana
bilim adamlığını bırak demiyorum; sadece, bilim senin için çevresel bir
etkinlik olarak kalsın. Laboratuvarda bilim adamı ol, ama labarotuvardan
çıkınca bilimle ilgili herşeyi unut. O zaman kuşları dinle, ama bilimsel bir
yöntemle değil! Çiçeklere bak; bilimsel anlamda değil. Çünkü bir güle
bilimsel anlamda bakarsan, aslında bambaşka bir şeye bakıyor olursun. O,
şairin gördüğü gül ile aynı değildir.
Deneyim nesneye bağlı değildir. Deneyim,
onu yaşayana bağlıdır. Yaşananların niteliğine bağlıdır.
Bir çiçeğe bakarken, çiçek ol; çiçeğin
etrafında dans et, şarkı söyle. Rüzgar serin ve taze esiyor, güneş ısıtıyor
ve çiçek olgunluğunun doruklarına ulaşmış. Çiçek rüzgarda dans ediyor,
kutluyor, şarkı söylüyor, ilahiler okuyor. Ona katıl. Kayıtsızlığı,
nesnelliği, ayrı durmayı bırak. Bütün bilimsel yaklaşımlarını bırak. Biraz
daha akışkan, biraz daha erir hale gel, sınırlarını ortadan kaldır. Bırak
çiçek kalbinle konuşsun, bırak çiçek varlığına girsin. Onu davet et, o bir
konuk. Ancak o zaman gizemin tadına bakmış olursun.
Gizeme giden ilk adım budur, ve nihai
adımsa: Eğer bir an için katılımcı olursan, anahtarın ne olduğunu öğrenmiş
olur, sırrına erersin... Ondan sonra yaptığın her şeyi katılımcı olarak yap.
Yürümek, bunu mekanik olarak yapma, kendini gözlemleyerek yürüme; yürümek
ol. Dans etmek, teknikle dans etme, teknik konu dışıdır. Teknik olarak doğru
olsan bile, bütün keyfini kaçırırsın. Kendini dansın içinde erit, dansın
kendisi ol, dansçıyı tamamen unut.
Hayatının pek çok alanında bu tip derin
bütünleşmeler başına gelmeye başlayınca, çevrendeki her şey yok olmaya
başlaması gibi muhteşem deneyimlere sahip olmaya başladığında, egosuz, bir
hiç olarak... çiçek orada ve sen yoksun, gökkuşağı orada ve sen yoksun...
içindeki ve dışındaki gökyüzünde bulutlar dolaşıyor ve sen yoksun... senin
yerine mutlak bir sessizlik olduğunda içinde kimse yokken, mantık, düşünce,
duygu ve his tarafından bozulmamış, sadece saf bir sessizlik, bakir bir
sükûnet varken meditasyon anına ulaşırsın. Zihin gitmiştir ve zihin gittiği
zaman, gizem içeri girer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder