Yavaş! Yavaş biraz. Kafamın üzerindeki çizgi film ürünü yıldızcıklar kaybolalı bir dakika oluyordu. Gözlerim şimdi daha sakin olan bir orman parkına bakıyorlardı. Tam bir saat gecikmiştim ve heryer anababa günü gibiydi. Kızmadım. Ellerinde koltuk değnekleri ile hastalar şifa bulmak için ve genellikle yaşlılar sabahları çıkıyorlardı buraya. Altmışlı yaşlarında adamlar sabahın altısında denize giriyorlardı. Ne özenilesi diye düşündüm. Gençler yok denecek kadar azdı. Biri de bendim.
Bir hışın yataktan kalkıp alelacele çıkıyordum evden. Doğanın içine dalmaya sabırsızlanıyordum. Hem orada herkes gülümsüyordu. Renkler daha ahenkliydiler. Etrafta çok az kuş, çok fazla kuş sesi vardı. Ağaçların arasında çeşmelerden buz gibi su akıyordu. Bisikletlilier, koşanlar ve yürüyenler...
Nefes alışıma odaklanıyordum. Nefes aralıklarına, o sessizliğe odaklanıyordum. Orada dert ve tasadan hiçbir iz yoktu. Sadece var olmaktaydım. Bir ağaç gibi, bir çiçek gibi ve bir kuş gibi. Onlar sadece var oluyolardı ve bizim gibi zihin illüziyonları yoktu. Sadece mükemmeldiler. Sararan yapraklar da mükemmeldi. Onlar ölümün, o hayat kreşendosunun kusursuz yüzleriydiler. Binlerce ansiklopedilik ders verircesine tek bir eylemle, oylece sararmaktaydılar.
Ve yaşlılar sanki az kaldı dercesine, inatla her sabah altıda uyanıp bu deniz kıyısındaki yemyeşil orman parkına koşuyorlardı. Buz gibi denize giriyorlardı. Ben de öyle yaptım. Henüz yaşlı olmasam da... Ve gençler bunları nasıl ıskalayabilirler diye hayretler ettim sonra. Yazık.
Denize girmek; önce buz gibi bir farklı dünyaya adım atıp sonra orada kendini özgür hissetmek gibi. Sanki evrenin sıvı hacmiyle bütün oluyordu bedenim. Dünyayı kaplayan bütün muhteşem sıvı hacim vücudumun etrafında dairler çizerek, aslında "görüyor musun bak sen de bizdensin" der gibiydiler. Gözlerimi kısıp başımı gökyüzüne kaldırdım. Tanrıyı içimde hissederek yüzdüm sadece. Plajın fonu yeşil bir manzara ile kaplıydı. Muhteşem, sadece muhteşemdi.
Sonra o banklara oturdum. Doğanın melodisini dinlemek için eylemsizce oturdum sadece. Birşey düşünmedim, çünkü zihnim heran beni korkularına, endişelerine, planlarına ya da geçmişine çekmeye hazırdı. Ona aldırmadım. O an, zihnim yoktu sadece var olmanın derin büyüsünü yaşadım. Ve zihnimin ardından asıl farkında olanı gördüm. Tanrıyı. Onu sürekli kitaplarda, kurallarda, ibadetlerde ve dualarda aratmışlardı oysa bize. Şu dünyada, dünya masallarına inanan milyarlarca ayakta uyuyan, farkındasız insan yaşamaktaydı...
Bu orman parkındaki yaşlılar da belkide herşeyin kendilerine verdilğini zannettiler. Yaşamın mesela. Ama şimdi bedenlerinin yavaşça soyulup gitmesi, aslında hiçbirşeylerinin olmadığını görmelerini sağladı... Yaşam verilemez ya da alınamazdı. Çünkü yaşam sonsuz bir ışık gibidir. Sadece formlar değiştirerek akar...
Ölmeden önce ölürsen, işte o zaman ölümün bir son olmadığını ve yaşamın sonsuz akışını fark edebilirsin.
Gözlerimi açtım. Renkler hiç bu kadar parlak olmamışlardı. Doğruldum ve eve doğru yol aldım. Yaşamam gereken koca birgün beni bekliyordu.
21 Ağustos 2012 Salı
15 Ağustos 2012 Çarşamba
ŞİMDİ
- Yaşamın geçmiş, şimdi ve gelcek diye bölünmesi zihin ürünüdür ve sonuçta illüziyonidir. Geçmiş ve gelecek düşünce formlarıdır, zihinsel soyutlamalardır. Geçmiş ancak ŞİMDİ hatırlanabilir. Sizin hatırladığınız, ŞİMDİ'de vuku bulmuş bir olaydır, ve onu yine ŞİMDİ'de hatırlarsınız. Gelecek de, geldiğinde, ŞİMDİ'dir. Böylece gerçek olan tek şey, daima var olan tek şey ŞİMDİ'dir.
- Şimdiki an olduğu gibidir. Daima. Onun olmasına izin verebilir misiniz?
- - Eckhart Tolle -
5 Ağustos 2012 Pazar
Ramtha Demişki
Bu
hayat, bilgelik denen en büyük yaşam ödülü için oyunların oynandığı,
illüzyonların deneyimlendiği bir alan sadece! Bu dünyadan ayrıldığınızda
birlikte götürdüğünüz tek şey bilgeliktir
Var oluşunuz için bir neden arıyorsanız, bırakın bu sonsuza kadar
sizinle kalacak bir neden olsun. O neden kendini sevmektir.
Şu
ya da bu amaç gerçekleşerek yerini başka amaçlara bırakırken, kendinize
duyduğunuz sevgi sonsuza dek yaşayacaktır. Yazgı düşüncesini bırakıp
an’da yaşamayı öğrendiğiniz zaman, daha önce hiç tatmadığınız büyük bir
mutluluğu ve özgürlüğü tadacaksınız.
.....Devreniz sona eriyor. Bu Nefs Çağıydı, yeni çağ ufukta göründü bile, gelen Işık Çağıdır, Saf Ruh Çağı, Tanrı Çağıdır. İnsanın, her şeyin eşit olduğunu, cennetin kişinin içinde olduğunu bildiği çağdır. Işık Çağı insanı yeniden sınırsız düşünceye yükseltecek. Bu yeni düzende savaşçılara ve tiranlara yer yok, barış habercileri dünyaya hakim olacak. Hepiniz bilgelik incileriyle donanmış olarak sınırsızlığınıza geri döneceksiniz.
Gelen Işık Çağıdır, Saf Ruh Çağı, Tanrı Çağıdır. İnsanın, her şeyin eşit olduğunu, cennetin kişinin içinde olduğunu bildiği çağdır. Işık Çağı insanı yeniden sınırsız düşünceye yükseltecek. Bu yeni düzende savaşçılara ve tiranlara yer yok, barış habercileri dünyaya hakim olacak. Hepiniz bilgelik incileriyle donanmış olarak sınırsızlığınıza geri döneceksiniz.
.....
Tanrı asla sizin harika varlığınızın dışında tanımlanamaz. Buna kalkışmak bile kendinize karşı haksızlık olur, çünkü bu durumda, içinizden yayılan bir şeyi tarif etmek için kendinizin dışına çıkmış olursunuz. Tanrıyı tanımlayabilmenin tek yolu, içinizdeki Tanrıyı gözlemlemektir.
Kendinizi insanlık denen bireysel formla ifade etmeyi seçtiniz. Bu, Tanrıyı tümüyle anlamak için gerekli bir deneyimdi. Sınırlılığı deneyimleyip anlamadan sınırsızlığı nasıl anlayabilirsiniz? Bu hayat, bilgelik denen en büyük yaşam ödülü için oyunların oynandığı, illüzyonların deneyimlendiği bir alan sadece! Bu dünyadan ayrıldığınızda birlikte götürdüğünüz tek şey bilgeliktir.
Bedenlenme bir tuzak anlamına gelmiyordu, sürekli tekrarlanması da gerekmiyordu. Yaratıcılık arayışında yeni bir serüven, bir oyundu sadece. Fakat kendinizi beden duyularında çabucak yitirdiniz ve bedeniniz tüm kimliğiniz haline geldi. Madde dünyasına öylesine daldınız ki, sonunda güvensiz, korku dolu, savunmasız ve ölümlü insan haline geldiniz. Ölümü öğrendiniz ama hayatı unuttunuz, acıyı öğrendiniz ama hazzı unuttunuz, insanı öğrendiniz ama Tanrıyı unuttunuz, çünkü yüce zekanız seçtiğiniz illüzyonu yaratmanıza izin verdi.
.....Devreniz sona eriyor. Bu Nefs Çağıydı, yeni çağ ufukta göründü bile, gelen Işık Çağıdır, Saf Ruh Çağı, Tanrı Çağıdır. İnsanın, her şeyin eşit olduğunu, cennetin kişinin içinde olduğunu bildiği çağdır. Işık Çağı insanı yeniden sınırsız düşünceye yükseltecek. Bu yeni düzende savaşçılara ve tiranlara yer yok, barış habercileri dünyaya hakim olacak. Hepiniz bilgelik incileriyle donanmış olarak sınırsızlığınıza geri döneceksiniz.
Gelen Işık Çağıdır, Saf Ruh Çağı, Tanrı Çağıdır. İnsanın, her şeyin eşit olduğunu, cennetin kişinin içinde olduğunu bildiği çağdır. Işık Çağı insanı yeniden sınırsız düşünceye yükseltecek. Bu yeni düzende savaşçılara ve tiranlara yer yok, barış habercileri dünyaya hakim olacak. Hepiniz bilgelik incileriyle donanmış olarak sınırsızlığınıza geri döneceksiniz.
.....
Tanrı asla sizin harika varlığınızın dışında tanımlanamaz. Buna kalkışmak bile kendinize karşı haksızlık olur, çünkü bu durumda, içinizden yayılan bir şeyi tarif etmek için kendinizin dışına çıkmış olursunuz. Tanrıyı tanımlayabilmenin tek yolu, içinizdeki Tanrıyı gözlemlemektir.
Kendinizi insanlık denen bireysel formla ifade etmeyi seçtiniz. Bu, Tanrıyı tümüyle anlamak için gerekli bir deneyimdi. Sınırlılığı deneyimleyip anlamadan sınırsızlığı nasıl anlayabilirsiniz? Bu hayat, bilgelik denen en büyük yaşam ödülü için oyunların oynandığı, illüzyonların deneyimlendiği bir alan sadece! Bu dünyadan ayrıldığınızda birlikte götürdüğünüz tek şey bilgeliktir.
Bedenlenme bir tuzak anlamına gelmiyordu, sürekli tekrarlanması da gerekmiyordu. Yaratıcılık arayışında yeni bir serüven, bir oyundu sadece. Fakat kendinizi beden duyularında çabucak yitirdiniz ve bedeniniz tüm kimliğiniz haline geldi. Madde dünyasına öylesine daldınız ki, sonunda güvensiz, korku dolu, savunmasız ve ölümlü insan haline geldiniz. Ölümü öğrendiniz ama hayatı unuttunuz, acıyı öğrendiniz ama hazzı unuttunuz, insanı öğrendiniz ama Tanrıyı unuttunuz, çünkü yüce zekanız seçtiğiniz illüzyonu yaratmanıza izin verdi.
3 Ağustos 2012 Cuma
Howard Phillips Lovecraft
H.P LOVECRAFT
Amerikalı yazar H.P. Lovecraft 20. yüzyıl gotik edebiyatının en önemli temsilcisidir. Ortaçağın doğaüstü hikayelerinden Aydınlanma Çağı'nın ilk kara kitaplarına, oradan Horace Walpole, Ann Radcliffe, Charles Robert Maturin'e ve Marry Shelley'e kadar yükselen bir seyir izleyen gotik edebiyat Edgar Allan Poe ile zirveye çıkar. Bu mirası 20. yüzyıla taşıyan en büyük isim ise Lovecraft'tır.
Howard Phillips Lovecraft 20 Ağustos 1890'da Providence, Rhode Island'da doğdu. Pek çok ünlü fantazi/gotik yazarı (Robert E. Howard, Ramsey Campbell) gibi psikolojik sorunları olan bir ailenin ve oğluna aşırı düşkün hastalıklı bir annenin gözetimi altında toplumdan kopuk ve içine kapanık büyüdü ve bu durum hayatının sonuna kadar sürerek onu etkiledi. Başlarda, onu titizlikle yetiştiren ve üzerine titreyen annesi akıl hastalığı ilerledikçe ona sürekli çok çirkin olduğunu ve çevresine onun fiziksel görüntüsünden utandığı için insan içine çıkmak yerine kitaplara gömüldüğünü söyledi. Kader bu ki psikolojik sorunları olan anne ve babası aynı akıl hastanesinde öldüler. Okuldan sağlık problemleri yüzünden genç yaşta ayrılan Lovecraft, kendini kötü şiirler yazmaya ve amatör gazeteciliğe adadı. Birçok yayın organında ırkçılığı savunan ve kraliyet yanlısı yazılar yazdı fakat zamanla ırkçılık yanlısı görüşlerinden uzaklaşarak zıt bir politik görüşü benimsedi. (Son dönem öykülerinde bu etki açıkça görülür.) Bu arada pek çok kişiyle mektuplaşmayı sürdürdü.Öldüğünde geride yüz binden fazla mektup bırakmıştı ve yüzyılın en önemli mektup yazarlarından biriydi.
Öyküleri 20'li ve 30'lu yıllarda Weird Tales ve benzeri pulp korku dergilerinde yayınlanmaya başladı. Bu akımın pek çok ünlü yazarıyla (Robert Bloch, Robert E. Howard, Clark Asthan Smith) dost oldu ve kendisine ölesiye bağlı, küçük ama sağlam bir arkadaş çevresi edindi. 1924' te bir Yahudi olan Sonia H. S. Greene ile evlendi, ancak kısa süre sonra ayrıldılar. Lovecraft, yaşamını yoksulluk içinde, değersiz yazarlar için ?hayalet yazarlık' yaparak sürdürdü. Öykülerine hiçbir zaman güvenmedi ve en sonunda, tarzında oldukça başarılı olmasına rağmen, bu işi beceremediğine karar verdi. Yaşamı boyunca hiçbir öykü kitabı basılmadı. Bir dostu bunu denedi ama mali sorunlar yüzünden ancak 150 tane satabildi. 1937'de bağırsak kanserinden öldüğünde ardında 51 öykü bırakmıştı.
Lovecraft, ?Weird Tales' in Robert E. Howard ve Clark Asthan Smith ile birlikte üç silahşörlerinden biriydi.
Lovecraft'ın öykülerini değerlendirirken, yaşamındaki tuhaflıkları gözönünde bulundurmak gerekir. Her şeyden önce Lovecraft'ın, içinde çelişkiler barındıran bir insan olduğu unutulmamalıdır. Örneğin belli bir döneme kadar ırkçılığı savunan Lovecraft, daha sonra bir Yahudi'yle evlenmiş ve birçok Yahudi dost edinmiştir ve bu dostlarıyla birbirlerine aşırı bağlılıkları göze çarpar. Bunun dışında gündüzleri uyuyup, geceleri yaşayan bir bedene, çok iyi çalışan bir beyne ve son derece güçlü bir hafızaya sahipti. İki yaşında alfabeyi öğrenmiş, üç yaşında okumaya başlamıştır.
Öykülerine değinilecek olursa: Lovecraft'ın öykülerini başarılı kılan, anlatım tarzı ya da tekniğinden çok, yarattığı dünyaların orjinalliğidir. Gotiğin o gizemli, kasvetli, donuk havasını başarıyla canlandırabilmesinin yanısıra, mood'larına kendisine ölümünden sonra büyük ün kazandıracak o sinsi, tüyler ürpertici dehşeti de eklemiştir. Lovecraft herşeyden önce bir mit yaratıcısıdır. Lovecraft'ı çağdaş korku edebiyatının ustalarının gözünde erişilmez yapan nitelik, onun bir ?evren kurucu' olmasıdır.
Çocukluğunda Arap gizemciliğine ilgi duymuş, gençliğinde astronomi ile ilgilenmiş ve yazarlığı sırasında ?Cthulhu Söyleni' ni yazmıştır. ?Cthulhu Söyleni' ne ait öyküleri on üç tanedir.
Günümüzde H.P. Lovecraft'ın yarattığı Cthulhu Mitosu dünyanın her yerinde bir çok hayranı tarafından yaşatılmaktadır.
kaynak: http://www.baktabul.net/edebiyatcilar-sairler/57060-howard-phillips-lovecraft-kimdir-hayati-ve-biyografisi.html
Amerikalı yazar H.P. Lovecraft 20. yüzyıl gotik edebiyatının en önemli temsilcisidir. Ortaçağın doğaüstü hikayelerinden Aydınlanma Çağı'nın ilk kara kitaplarına, oradan Horace Walpole, Ann Radcliffe, Charles Robert Maturin'e ve Marry Shelley'e kadar yükselen bir seyir izleyen gotik edebiyat Edgar Allan Poe ile zirveye çıkar. Bu mirası 20. yüzyıla taşıyan en büyük isim ise Lovecraft'tır.
Howard Phillips Lovecraft 20 Ağustos 1890'da Providence, Rhode Island'da doğdu. Pek çok ünlü fantazi/gotik yazarı (Robert E. Howard, Ramsey Campbell) gibi psikolojik sorunları olan bir ailenin ve oğluna aşırı düşkün hastalıklı bir annenin gözetimi altında toplumdan kopuk ve içine kapanık büyüdü ve bu durum hayatının sonuna kadar sürerek onu etkiledi. Başlarda, onu titizlikle yetiştiren ve üzerine titreyen annesi akıl hastalığı ilerledikçe ona sürekli çok çirkin olduğunu ve çevresine onun fiziksel görüntüsünden utandığı için insan içine çıkmak yerine kitaplara gömüldüğünü söyledi. Kader bu ki psikolojik sorunları olan anne ve babası aynı akıl hastanesinde öldüler. Okuldan sağlık problemleri yüzünden genç yaşta ayrılan Lovecraft, kendini kötü şiirler yazmaya ve amatör gazeteciliğe adadı. Birçok yayın organında ırkçılığı savunan ve kraliyet yanlısı yazılar yazdı fakat zamanla ırkçılık yanlısı görüşlerinden uzaklaşarak zıt bir politik görüşü benimsedi. (Son dönem öykülerinde bu etki açıkça görülür.) Bu arada pek çok kişiyle mektuplaşmayı sürdürdü.Öldüğünde geride yüz binden fazla mektup bırakmıştı ve yüzyılın en önemli mektup yazarlarından biriydi.
Öyküleri 20'li ve 30'lu yıllarda Weird Tales ve benzeri pulp korku dergilerinde yayınlanmaya başladı. Bu akımın pek çok ünlü yazarıyla (Robert Bloch, Robert E. Howard, Clark Asthan Smith) dost oldu ve kendisine ölesiye bağlı, küçük ama sağlam bir arkadaş çevresi edindi. 1924' te bir Yahudi olan Sonia H. S. Greene ile evlendi, ancak kısa süre sonra ayrıldılar. Lovecraft, yaşamını yoksulluk içinde, değersiz yazarlar için ?hayalet yazarlık' yaparak sürdürdü. Öykülerine hiçbir zaman güvenmedi ve en sonunda, tarzında oldukça başarılı olmasına rağmen, bu işi beceremediğine karar verdi. Yaşamı boyunca hiçbir öykü kitabı basılmadı. Bir dostu bunu denedi ama mali sorunlar yüzünden ancak 150 tane satabildi. 1937'de bağırsak kanserinden öldüğünde ardında 51 öykü bırakmıştı.
Lovecraft, ?Weird Tales' in Robert E. Howard ve Clark Asthan Smith ile birlikte üç silahşörlerinden biriydi.
Lovecraft'ın öykülerini değerlendirirken, yaşamındaki tuhaflıkları gözönünde bulundurmak gerekir. Her şeyden önce Lovecraft'ın, içinde çelişkiler barındıran bir insan olduğu unutulmamalıdır. Örneğin belli bir döneme kadar ırkçılığı savunan Lovecraft, daha sonra bir Yahudi'yle evlenmiş ve birçok Yahudi dost edinmiştir ve bu dostlarıyla birbirlerine aşırı bağlılıkları göze çarpar. Bunun dışında gündüzleri uyuyup, geceleri yaşayan bir bedene, çok iyi çalışan bir beyne ve son derece güçlü bir hafızaya sahipti. İki yaşında alfabeyi öğrenmiş, üç yaşında okumaya başlamıştır.
Öykülerine değinilecek olursa: Lovecraft'ın öykülerini başarılı kılan, anlatım tarzı ya da tekniğinden çok, yarattığı dünyaların orjinalliğidir. Gotiğin o gizemli, kasvetli, donuk havasını başarıyla canlandırabilmesinin yanısıra, mood'larına kendisine ölümünden sonra büyük ün kazandıracak o sinsi, tüyler ürpertici dehşeti de eklemiştir. Lovecraft herşeyden önce bir mit yaratıcısıdır. Lovecraft'ı çağdaş korku edebiyatının ustalarının gözünde erişilmez yapan nitelik, onun bir ?evren kurucu' olmasıdır.
Çocukluğunda Arap gizemciliğine ilgi duymuş, gençliğinde astronomi ile ilgilenmiş ve yazarlığı sırasında ?Cthulhu Söyleni' ni yazmıştır. ?Cthulhu Söyleni' ne ait öyküleri on üç tanedir.
Günümüzde H.P. Lovecraft'ın yarattığı Cthulhu Mitosu dünyanın her yerinde bir çok hayranı tarafından yaşatılmaktadır.
kaynak: http://www.baktabul.net/edebiyatcilar-sairler/57060-howard-phillips-lovecraft-kimdir-hayati-ve-biyografisi.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)